Vazifemi yaptım
Önceki akşam katıldığı bir programda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı dinledim.
Uzun bir iktidar döneminin muhasebesini yaptı bir anlamda. Konu depreme gelince “korktuğunu” söyledi.
Kartal’daki çöken inşaattan söz etti.
“Hazırlıklı değiliz” dedi.
Vatandaşın ve medyanın bu konuda yardımcı olmasını istedi.
Kendi adıma düşündüm, bu konudaki vazifemi yaptım mı diye...
Büyük oranda yaptığımı düşünüyorum.
Hatırlarsınız, Türkiye ekonomisine büyük hasar veren ve belki de 2001 krizinin tetikleyicilerinden biri olan 1999 depremlerinden sonra, ülkeyi depreme hazır hale getirebilmek için birtakım “özel vergiler” koyulmuştu.
Bu vergilerin büyük bölümü hala cari.
Deprem vergileri ile toplanan paralar ne oldu biliyoruz.
Eski Bakan Mehmet Şimşek birkaç yıl önce açıklamıştı, “Deprem vergileriyle duble yolları yaptık” diye.
Biz o zaman yardımcı olmak maksadıyla “Bu yanlış oldu” demedik mi?
Hadi o hayırlı bir işe harcandı diyelim ve fazla gürültü yapmayalım.
Defalarca deprem konulu televizyon programları yapmadık mı?
Bu programlarda deprem konusunda yapılan daha doğrusu yapılmayan hazırlıklardan bahsetmedik mi?
Deprem toplanma alanlarının yapılaşmaya açıldığını, bina stokunun denetlenmediğini, yapı denetim firmalarının işlerini ciddiyetle yapmadığı anlatmadık mı?
Hadi onları da geçelim.
Son olarak “İmar Barışı” adı altında “İmar Affı” getirilirken ve bu rezalet TBMM’de seçim arifesinde tüm partilerin oylarıyla kabul edilirken öncesinde ve sonrasında belki de tüm medyada sadece bu köşede “Yapmayın. Burası deprem ülkesi. Bu binaların ne olduğu belirsiz. Hiçbir denetim yapmadan bunları yasal hale getirmeyin. Bu yasa eviniz mezarınız olsun yasası anlamına geliyor” demedik mi?
Elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin, dedik mi demedik mi!
Ben kendi adıma korkudan kaynaklanan vazifemi yaptım.
Ve keşke Cumhurbaşkanı Erdoğan TBMM’den oy birliği ile geçen bu yasa önüne geldiği zaman “Ben bunu imzalamıyorum. Yeniden görüşün” diyerek geri yollasaydı.
Yollasaydı da bugün en azından “daha az” korkuyor olsaydık.
***
Komik hakem Özkahya
Hayatımda gördüğüm en komik olaylardan biriydi Başakşehir-Bursaspor maçının tatil edilmesi.
Maçı izlemek için ekran başına geçtiğimde ilk tepkim “Bu maç oynanamaz” oldu.
Çünkü saha karlar altındaydı.
Saha çizgileri siyah tozla çizilme zahmetine girilmediği için belli olmuyordu.
Karlı havalarda kullanılan kırmızı top yerine ortada sıradan beyaz ağırlıklı bir top vardı.
Maçın oynanmasının mümkün olmadığı belliydi.
Ama hakem Özkahya her ne hikmetse maçı başlattı.
Ve tam 5 dakika sonra da tatil etti.
Elbette bir maç başladıktan sonra tatil edilebilir.
Başlangıçta ortam futbola müsaittir.
Sonra kar şiddetini artırır, görüş mesafesi azalır, saha görünmez hale gelir maç yarım saat sonra, 45 dakika sonra tatil edilebilir.
Ama daha başında futbol oynanmayacağı belli olan bir sahada maçı başlatıp 5 dakika sonra tatil etmek sadece ve sadece en basit ve en kibar tabiriyle iş bilmezliktir.
Bizim memlekette bu adamlara “Hakem” denir.
Ve tabii spor kamuoyu da başlar dedikoduya.
“Böyle bir sahada Başakşehir’in kazanamayacağı anlaşıldığı için tatil etti” diye.
***
Sehven Nike
ABD’de önemli bir NCAA maçında Nike rezil oldu.
Daha oyunun başında kolej basketbolunun en yıldız isminin ayağındaki Nike marka basketbol ayakkabısı paramparça oldu.
Genç oyuncu ayakkabısı parçalandığı için kayıp devrildi ve sakatlandı.
Ertesi gün de Nike’ın hisseleri düştü ve şirketin kaybı 2 milyar dolar oldu.
Daha sonra Nike’ten şahane bir açıklama geldi:
“Münferit bir olaydır.”
Eskiden Türkiye küçük Amerika olma yolundaydı.
Trump’tan sonra ABD giderek Büyük Türkiye olma yoluna girmiş görünüyor.
Çünkü böyle açıklamalar ancak Türkiye’de yapılırdı.
Sorumlular sorumluluğu üstlenmez, “Münferit” veya “Sehven” açıklamaları yapılırdı.
Şimdi artık ABD’de durum bu olmuş.
***
Yiğit Okur’a ayıp
Rahmetli Yiğit Okur, Türkiye’nin öncü hukukçularından biriydi.
Türk hukuku, ticaret hukukunun Avrupa ile uyumlu hale gelmesi konusunda Yiğit Okur’un becerilerinden çok faydalandı.
Ama kendini o hukukçudan daha çok bir edebiyatçı, bir yazar olarak görürdü.
Zaten hukukçu olmayı asla istememişti.
Gönlünde hep tiyatrocu olmak vardı ve eğer olsaydı muhtemelen unutulmaz tiyatro sanatçılarımız arasında yer alırdı.
Hukukçuluğunun yanı sıra hobi olarak ilgilendiği edebiyatta da çok başarılı oldu.
Ödüller aldı.
Çoluğu çocuğu olmadığı için de, bir diğer ilgi alanı hayır işleriydi.
Her yere yardım etmeye bayılırdı.
Özellikle de Galatasaray Eğitim vakfı çatısı altında önemli işler yaptı.
Galatasaray Lisesi’ne, Galatasaray Üniversitesi’ne büyük katkılar verdi.
Buna bir teşekkür olarak da Galatasaray Üniversitesi’nde bir salona Yiğit Okur adı verildi.
Cumartesi günü öğrendim ki, adı üniversiteye verildiği yerden kaldırılmış.
Çok üzüldüm.
Galatasaraylılar Galatasaray’a hizmet eden herkese kötülük yapmaktan vazgeçmeye niyetli görünmüyor.
***
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
En iyi mücadele yönteminin işimizi iyi yapmak olduğunu unutmadığımız zaman.
- Bana katlanan herkese teşekkürler1 yıl önce
- NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?1 yıl önce
- Mirası kim paylaşır1 yıl önce
- Uçlara güç veren bir Anayasa1 yıl önce
- İçimizdeki İrlandalılar1 yıl önce
- Dünün güneşi, bugünün çamaşırı1 yıl önce
- Plan mı pilav mı!1 yıl önce
- Kalksa da görsek1 yıl önce
- İnce dedikodular1 yıl önce
- Oran değil, fark önemli1 yıl önce