Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Tam 7 gün önce, Galatasaray Genel Kurulu’ndaki bir grup “Sorumsuz”, ligin bitmesine 8 hafta kala ve işler yolunda giderken, tamamen kişisel nedenlerle Galatasaray Spor Kulübü yönetimini, tartışmalı bir genel kurul yönetim biçimi ve daha da tartışmalı bir sayım biçimi ile Galatasaray yönetimini ibra etmeyerek, kulübü ciddi bir sorunla karşı karşıya bıraktılar.

O günden bugüne Galatasaray Spor kulübü 2. Başkanı sevgili dostum Abdurrahim Albayrak ile sık sık konuşarak, Galatasaray’ın bu sıkıntılı durumdan en az zararla nasıl çıkabileceği konusundaki fikirlerimizi paylaşıyoruz.

Genel Kurul’un ertesi günü yaptığımız konuşmada Abdurrahim Albayrak, “Bu hafta 75 milyon TL ödeme var. İbra edilmemiş bir yönetim olarak bunu nasıl yapacağız, bankalarla nasıl oturup konuşacağız, bizi devirenler bunu acaba hesapladılar mı?” diyordu.

Neyse ki, sonuçta Dursun Özbek ve arkadaşlarının ibra etmeme yoluyla devirdiği yönetim kurulu, bu hafta içinde bu ödemeleri yaptı ve Galatasaray’ın UEFA karşısında zor duruma düşmesini engelledi, Avrupa Kupaları’na katılımı garantiledi.

Bu zaten biliyorsunuzdur.

Ama size bilmediğiniz bir şey anlatacağım.

Geçen pazar gününden beri Abdurrahim Albayrak’ı iki kere arayarak, “Yapılan iş çok büyük yanlıştı. Yönetimi ibra etmemek Galatasaray’a ihanettir. Eğer bir dava açacaksanız beni şahit yazın. Gelir, yapılanın büyük hata olduğu konusunda mahkemeye tanıklık yaparım” diyen bir Galatasaraylı var.

Genel Kurul’un ertesi günü ve dün.

İki kez arayarak aynı şeyleri söyleyen bir Galatasaraylı.

Peki bu Galatasaraylı kim biliyor musunuz?

Sıkı durun, söylüyorum.

İnan Kıraç.

Evet, lisecilerin kendilerine bayrak yaptığı İnan Kıraç, “İbra etmemek büyük hata idi. Bunu nasıl yaptılar” diyor.

İster inanın ister inanmayın.

Tabii Abdurrahim Albayrak kibar adam.

İnan Kıraç’a, “İnan bey, madem böyle düşünüyordunuz, bunu genel kurul öncesi niye söylemediniz? Tam aksine seçimden önce verdiğiniz bir röportajda yönetime karşı olduğunuzu, Eşref Hamamcıoğlu’nu başkan adayı yapmak istediğinizi söylediniz. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dememiş.

Oysa Kıraç beni arasaydı, alacağı en kibar yanıt bu olurdu!

***

Beğendiğim bir aday

Okurlar, izleyiciler soruyor, “Belediye başkan adaları ile röportajlar yaptın, hangileri seni etkiledi?”

Televizyondan canlı yayınlanmış, herkesin izleyip fikir edinebildiği bir konuda ahkam kesecek halim yok.

Yakışık da almaz.

İzlememiş olanlar youtube’dan da o programları izleyebilirler.

Ancak yayın dışı bir başkan adayının beni çok etkilediğini söylemeden geçersem, o kişiye haksızlık ederim.

O adayın adı Ergün Turan.

TOKİ Başkanlığı döneminde, TOKİ’yi alışılmış TOKİ anlayışının dışına taşıyan, inşaat için ayrılmış alanları yeşil alana çeviren, gözü tok gönlü tok bir adam olarak çok saygı duyduğum bir bürokrattı Turan.

Birkaç hafta önce kendisiyle buluşup, Fatih’te nasıl bir gelecek planladığını konuştuk.

İlçenin hem insani hem kültürel kalkınması ile ilgili çok hoş planları anlattı.

Sur içinin İlber Ortaylı dostumun yıllardır söylediğine yakın bir biçimde canlandırılması, tarihi surların çevresinin yeniden düzenlenmesi, ilçenin “İnsan kalitesinin” ve tarihi mahalle kültürünün korunması ile ilgili çok hoş şeyler anlattı.

Seçim öncesi anketlerde zaten çok önde olduğu için, bu satırları yazmakta bir beis de görmüyorum.

Ergün Turan’ın Fatih için büyük bir şans olduğunu söylemeliyim.

***

Akademik ünvan kullanımı nasıl olmalı

Geçtiğimiz haftalarda, Prof. Dr. Cumali Aktolun’un bir mektubunu yayınlamış ve kendi uzmanlık alanı dışında sürekli konuşup, kendi alanlarında hiçbir bilimsel yayın yapmayan profesörlere yönelik eleştirilerine aracılık etmiştim.

Prof. Aktolun bu mektubundan sonra bu profesörlerin hedefi oldu haliyle.

Değerli profesörün, bir başka mektubunu olayı daha iyi anlamanıza yardımcı olacaktır diye umarak aktarıyorum:

“Fatih Bey,

Rasim Küçükusta isimli emekli profesör, kendi web sitesi-facebook sayfasında sizi ve beni geçen günkü Bilimsellik-Şarlatanlık başlıklı yazı için hesap sormakla tehdit etmiş.

Üstelik benim Amerika'da yayınlanan kitaplarıma da sataşmış, akla hayale gelmeyecek, hiç okula gitmemiş sokaktaki bir insanın göstermeyeceği cahilliklerle dolu bir saldırı düzenlemiş.

Ancak en komiği, benim kitaplarımı kendi "sohbet" kitaplarıyla, beni de kendisiyle karıştırmış olacak ki, Amazon'da benim kitaplarımın satış rakamlarıyla kendi okuyucusunu (varsa eğer) kışkırtmaya çalışıp Türkiye'deki bir pantolon fiyatı ile benim kitabın fiyatını kıyasladığı bölüm.

Halbuki bilim kitapları para kazandırmaz, para için yazılmaz, kollektif bir üründür; kitabın ticari meta olarak sahibi yayınevidir, kitabın yazarı da editor-in-chief sıfatıyla "lead author" olarak kitabın başyazarıdır; bu gerçekleri bile bilmeyişine pek şaşırmadım zira bugüne kadar hiçbir profesyonel uluslararası akademik yayınevi ile çalışamadığını, çalışamayacağını zaten biliyordum.

Bu 3 kitaptan yıllar içinde benim elime sadece 1700 dolar civarında bir para geçti ki bu projeler için benim cebimden yaptığım iletişim masrafları bile bunun ötesindedir. Aileme harcamam gereken zamanın, verdiğim emeğin saat veya gün ile ölçüsü bile yoktur. Bu türden kitaplar para kazanmak için yazılmaz; akademik arenada varolmak, iz bırakmak, yeni nesillerin yetişmesine ve mevcut bilimin yükselmesine hizmet için yazılır; halka hitaben değil, (eğitim anlamında) sizin ayarınızdaki bilim adamı, akademisyen ve profesyonel kişilere hitaben yazılır. Yani bu eğitimli hedef kitlenizi, halkı kandırdığınız gibi kandıramazsınız.

Benim kitaplarımın hiçbirinin hedef kitlesi; halk değildir; sadece ve sadece bilim-akademi ve akademi profesyonelleridir. Kaldı ki benim her bir kitabıma bağımsız farklı bilim insansı tarafından 3-4'er tane övgü dolu "book review''lar yazılıp saygın bilim araştırma dergilerinde yayınlanmıştır. Tabii ki yayınevi para kazanacak; zira benim kitaplarımın düzeyindeki her bir kitap projesine 100.000 doların üzerinde yatırım yapıyorlar.

Bu emekli profesör, bir de üstelik, benim kitaplarımın başyazarı olduğumu unutup benim başyazarlığımı, "editör" olarak lanse edip gazete-dergi editorlüğü gibi sunup kitaplarda sadece birkaç bölümüm olduğunu iddia ederek benim tek başıma kitap dahi yazamadığımı ima edip bir kitabı tek başına yazmayı marifet gibi gösterme uyanıklığına girişmiş. Gerçek bilimsel ve akademik kitaplar bir ekip işidir, kollektiftir, ama bir lideri vardır (başyazar, editor-in-chief). Hatta bir bilimsel kitabı tek başınıza hazırlayıp götürdüğünüzde prestijli yayınevleri o kitabı üstlenmeyi kabul etmez, zira farklı bölümleri farklı yazarların yazmasını ister ki okuyucuların ilgisini toplasın, farklı sesleri okuyucuya sunabilsin ve daha fazla okuyucu kitlesine ulaşsın.

Radyoterapi uzmanı, Kardiyoloji uzmanı, Göğüs Hastalıkları uzmanı gibi; beslenme, diyet, iyi yaşam tarzı, doğal yaşam, zayıflama gibi konularda hiçbir sistematik akademik eğitim almamış bu kişilerin halkı uzmanı olmadıkları alanlarda yanıltan röportajlar vermesi, programlara konuk olması ve bunların üzerinden kitap reklamı yapıp işini hakkıyla yapan, hastalara hizmet veren klinisyen hekimlere dönük toplu itibar cellatlığı yapıp, hasta-hekim ilişkisini bozarak hekime karşı şiddeti özendirmesinin mutlaka önüne geçilmelidir.

Bir başlangıç olarak, emekli olan doçent ve profesörler bir akademide görevli değilse hiçbir koşulda ünvanını kullanmamalıdır veya en azından emekli profesör olarak anılmalıdır. Çünkü bizim mücadele ettiğimiz bir 3’lü dahil bir çok “Tüccar doktor” halkı profesör ünvanıyla yanıltıyor. ABD ve Avrupa’yı örnek verenler, oradaki akademik ünvan kullanım biçimini de benimsemelidir.

Nasıl ki, emekli bir hakim kendini hakim olarak tanıtamazsa, emekli bir profesör de profesör olarak tanıtamaz. Bu konuda en azından medyanın bu ünvanları doğru kullanması konusunda öncü olmanız gerekir.

Nezaket ve saygı ile."

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

"Ayasofya’nın ne olacağına, Türkiye’nin karar vereceğini dünya bildiği zaman."

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar