Bölenin ekmeğine yağ sürmek
Dün Ekrem İmamoğlu’nun Ordu Havalimanındaki görüntüleri ve sözleri üzerine bir eleştiri yazınca, hayli eleştiri geldi.
Nazik eleştiriler ama özetle “Bunu niye yazıyorsun ki!” diyen eleştiriler.
Ciddiye aldım mı?
Hayır! Çünkü bu eleştirileri yapanlar, aynı durum diğer aday için söz konusu olsa “Bunu niye yazmıyorsun” diyecek olanlar.
Bunun tam tersi de söz konusu.
Her iki taraf da işine gelenin yazılmasından, işine gelmeyenin yazılmamasından yana.
Kimseyi suçlamıyorum.
Bu ülke, bu toplum ne yazık ki bu hale getirildi.
Dilim dilim bölündü.
Dilim dilim kamplaştırıldı.
Bunu yapanlar “Yahu bir millet bu hale getirilirse o ülkenin geleceği tehlikeye girer” diye düşünmediler.
Tek düşündükleri kendi siyasi gelecekleriydi ve bu yüzden de bölerek konsolide ettiler.
Benim anlamadığım ise bu siyasi yaklaşıma karşı çıktığını iddia ettiği halde, bu bölünmenin parçası olanlar.
Oysa yapmaları gereken tam tersi değil mi?
Birileri ülkeyi sosyolojik olarak, toplum olarak, siyasi olarak bölüyorsa ve sen bu siyasi yaklaşıma karşı isen yapman gereken tek şey var: Bölünmenin parçası olmamak.
Bölünmeyi kabul ettiğin anda karşı tarafta bile olsan aslında bölünmeden medet umanın ekmeğine yağ sürüyorsun.
Ona kendi taraftarlarından daha fazla hizmet ediyorsun.
Bölene karşı mısın?
Bunun tek bir muhalefeti var: Bölünmemek.
Bölünme.
Doğru bildiğin yolda ilerle.
Başka çaresi yok.
Tek ilaç bu.
Tek reçete bu.
***
Ne dediği kesin, ne demediği
İmamoğlu’nun Ordu Valisi’ne yönelik sözleri için dün yazdıklarıma profesyonel bir itiraz da geldi. Aynen aktarıyorum:
“İmamoğlu’nun Ordu'daki ses kaydı üzerine yazdığınız yazıyı okudum.
Ben bir ‘data scientist’ yani ‘veri bilimcisi’yim ve bu açıdan yorumumu aktarmak istiyorum. Yanıldığınızı ve bunun nedenini anlatmak istiyorum.
‘En net’ diye bahsettiğiniz görüntüyü ben de izledim. Gerçekten de ‘itlik yapmıştır’a en çok benzeyen ses kaydı olmuş. Ancak burada şöyle bir sorun var ki, istatistik ve veri bilimini yeterince bilmeyenleri yanıltır:
1. Orada onlarca mikrofon var
2. İmamoğlu’nun o sözcüğü kullandığı iddia edilen birden fazla zaman kesiti var.
3. Günlerdir ‘demiş mi dememiş mi’ diye anlamak için dinlediğimiz onlarca farklı ses kaydı var.
4. Bu kayıtların çoğu bizi belirsizlikte bırakıyordu. Bir kısmında ise dememiş gibi görünüyordu.
5. Şimdi delil olarak sunulan bir tanesi, ‘itlik’e en yakın ses kaydı. Ama dikkat ederseniz bu bile tam net değil. Tekrar tekrar dinleyin, şunu kabul edeceksiniz: Burada da ‘itlik’ dendiği %100 kesin değil.
6. Veri bilimi burada devreye giriyor: ‘Gürültü’ ve ‘belirsizlik’ olan bir yerde 100 örnek toplarsanız, o 100 örnekten mutlaka birkaçı şans eseri istediğinize yakın sonuç verir.
7. Bu nedenle veri biliminde bir sonucun kesinliği hakkında bir şey söylemek için ‘p’ değerleri hesaplanır. Yani şans eseri bulma ihtimali. Eğer bu p değeri yüzde 5'ten büyük ise sonuçlar dikkate alınmaz. Bazen bu bile yeterli değildir: Birden fazla p değeri hesapladıysanız bu 5 hedefi de düşürülür. Amaç yüzlerce deneyin yapıldığı ve belirsizliğin olduğu bir yerde şans eseri oluşabilecek sonuçlara bel bağlamamaktır.
Sonuç olarak burada da onlarca gürültülü ve belirsiz ses kaydını inceleyip, aralarından ‘itlik’i en çok andıranını ‘İşte demiş’ diye seçmek, bilimsel olarak hatalıdır.
Başka bir ifadeyle: ‘İtlik’e benzemeyen örnekleri de göz ardı etmiş ve algıda seçicilik yapmış oluruz.
***
Yayınlamalı mı yayınlamamalı mı!
İlginç şeyler duyuyoruz.
Pazar akşamı yapılacak olan Yıldırım- İmamoğlu tartışmasını hükümete yakın medyanın yayınlayıp yayınlamama konusunda kararsız olduğu iddiaları ortalıkta dolaşıyor.
Deniyor ki, “Yayını kaydedecekler. Eğer yayın İmamoğlu lehine gelişirse yayınlamayacaklar, Yıldırım lehine gelişirse daha sonra banttan yayınlayacaklar”.
Olur mu?
Olmaz diyemem.
Olursa şaşır mıyım?
Bu ülkede hiçbir şeye şaşırmamayı öğreneli çok oldu.
***
Galatasaray’da karışan davalar
Galatasaray’da yine saçma sapan şeyler oluyor.
At izi it izine karışıyor.
Galatasaraylılar ve taraftarlar rahatsız.
Çünkü karışık durumu kimse çözemiyor.
Biraz izahat verirsem belki daha iyi anlaşılır.
Başta Ultraslan olmak üzere, herkesin birbirine karıştırdığı iki dava var Galatasaray’da yürüyen.
Bunlardan biri Başkan ve Yönetim Kurulu’nun açtığı dava.
Mali Genel Kurul’daki ibrasızlık kararının ortadan kalkmasını istedikleri dava.
Bu dava ile ilgili bir yürütmeyi durdurma kararı var.
Yani genel kurulda alınan ibrasızlık kararının yürütmesi durduruldu ve dava görülüyor.
Bunu genel kurul divan başkanının takip etmesinden daha doğal bir şey yok.
Bu davayı açan yönetim.
Bir ikinci dava daha var.
Onu açan ise Galatasaray’daki liseliler ya da topyekun muhalifler değil.
O davayı açan geçmişte başkan adayı da olmuş Profesör Ahmet Özdoğan ve birkaç arkadaşı. (Ahmet Özdoğan Liseli değildir)
O davada Özdoğan mevcut yönetimin yetkilerinin kısıtlanmasını istiyor.
Cahil Ultraslan bu iki davayı birbirine karıştırmış, hangisi nedir bilmediği, anlamadığı için zannediyor ki, Liseli muhalifler yönetimin elini kolu bağlamaya çalışıyor.
Oysa liseli muhalif dediği kişilerin, ki onlar beni de pek sevmezler, açtığı bir dava yok.
Yönetimin elini kolunu bağlamaya yönelik davayı açan da liseliler ya da topyekun muhalefet değil Ahmet Özdoğan.
Durum bu kadar basit.
Dava açmak herkesin hakkıdır elbet ama Özdoğan’ın yönetimin elini kolunu bağlama girişimini doğru bulmuyorum.
Yönetimin elini kolunu bağlamak, Galatasaray’ın elini kolunu bağlamak demek.
Sonuç olarak ortada iki dava var. Ve ikisinin birbiriyle alakası yok.
Bazıları sağa sola tehditler savurmadan önce bu basit durumu bilsinler diye yazıyorum.
***
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
En az katkı verenin sesi en çok çıkmadığı zaman.
- Bana katlanan herkese teşekkürler1 yıl önce
- NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?1 yıl önce
- Mirası kim paylaşır1 yıl önce
- Uçlara güç veren bir Anayasa1 yıl önce
- İçimizdeki İrlandalılar1 yıl önce
- Dünün güneşi, bugünün çamaşırı1 yıl önce
- Plan mı pilav mı!1 yıl önce
- Kalksa da görsek1 yıl önce
- İnce dedikodular1 yıl önce
- Oran değil, fark önemli1 yıl önce