Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan, İYİ Parti’yi ve Genel Başkanı Meral Akşener’i Cumhur İttifakı’na davet etmişler.

        İktidarın askere alma bürosu gibi çalışan bazı kalemler bunu “Çiçek atma” olarak yorumlamış.

        Bir tür Beşiktaşlı taraftarların moda ettiği “Come to Cumhur” çağrısı.

        Akşener’in bir süredir AK Parti ile flört ettiği uzaktan bile görünüyordu.

        Ancak genel kanaat Bahçeli’nin bu flörte karşı çıktığı, işin ciddileşmesi halinde bayağı sert tepki göstereceği tahmin ediliyordu.

        Hatta Bahçeli’nin zaman zaman yaptığı çıkışlar da bu flörtteki ciddileşmeye bağlanıyordu.

        Ben de bu durumu doğrudan Meral Akşener’e sormuştum ve “Yok öyle bir şey” yanıtını almıştım.

        Ancak yok öyle bir şeye rağmen davetler sürüyor.

        Meral Hanım bu davete icabet eder mi, etmez mi bilmiyorum.

        Ama bildiğim bir şey var ki, belirli bir taban elde eden partilerin bu tabanı oluşturmasında bazı siyasi gerçekler rol oynar.

        İYİ Parti tabanı, Meral Akşener’in kaşı ve gözü için orada değil.

        Partinin söylemleri ve eylemleri nedeniyle oluşmuş bir taban.

        MHP’nin AK Parti ile yakınlaşmasına tepki gösteren, muhafazakar, milliyetçi ama laik, modernist kentli bir taban.

        Şimdi Akşener, Cumhur İttifakı’na katılmaya karar verirse, bu tabanın önemli bir bölümünü kaybeder gibi görünüyor.

        Peki bu işten kim kârlı çıkar?

        Sanki Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’na yarar gibi görünüyor.

        Tabii Cumhur İttifakı küçük bir eksik hissediyorsa ona da o kadarını götürebilir.

        Belki!

        Edep ya hu!

        Edep ya hu!
        0:00 / 0:00

        Aslına bakarsanız hayretler içerisindeyim.

        Uzunca bir müddetten beri ilk kez görevini yakın çevresine menfaat sağlamak maksadıyla kötüye kullanan biri öyle veya böyle cezalandırıldı.

        Şaşkınım.

        Gerçekten şaşkınım.

        Bahsettiğim kişi Pamukkale Üniversitesi Rektörü.

        Son yıllarda rektör olan pek çoğu gibi Pamukkale Üniversitesi Rektörü’nün de öyle ahım şahım ve bilimsel kariyeri falan yok.

        Bir ara FETÖ’cü kuluçka vazifesi gören Kırıkkale Üniversitesi Kimya Bölümü mezunu.

        Birkaç ders kitabı yazmış.

        Az sayıda da makalesi var.

        Zaten konumuz bilimsel yetkinliği değil bu kişinin.

        Pamukkale Üniversitesi Rektörü bu bey, Prof. Hüseyin Bağ, üniversiteye eleman almak üzere ilan veriyor.

        Alınacak elamanın tarifi yapılmış ilanda.

        Tamamen kişiye özel bir ilan, kişiye özel bir tarif.

        Rektör’ün eşini tarif ediyor ilan.

        Tarifteki tek eksik “Üniversitemizin Rektör’ü ile aynı evde oturmak, çocuklarının anası olmak ve gece aynı yatakta yatmak” denmemiş olması.

        Haliyle Rektör’ün eşinden başka aday yok ve işe de o alınıyor.

        Merak ettiğim şudur.

        Bu Rektör, bu ilandan ve bu işe almadan sonra üniversitedeki diğer görevlilerin, öğretim üyesinden müstahdemine kadar üniversitede çalışan insanların yüzüne nasıl bakıyor?

        REKLAM

        O üniversiteyi bitirip, iş arayacak olan gençlere nasıl bir örnek oluyor ve o gençlerin yüzüne nasıl bakıyor, karşılarına nasıl çıkıyor?

        Böyle bir göreve getirilen birisi, nasıl kendini bu kadar alçaltabiliyor, nasıl bu kadar küçük düşmeyi göze alabiliyor?

        Bu yapıda birisi nasıl oluyor da o üniversitenin başına geçirilebiliyor!

        Eşinin başı örtülü, kendisi dindar diye mi?

        Hadi canım siz de!

        Böyle bir dindarlık mı olur!

        En azından Rektör’ün eşi “Yahu Hüseyin, ayıptır, yazıktır. Ben böyle bir şey istemem” demez mi?

        Dememiş belli ki!

        Belli ki uyumlu bir evlilikleri var.

        Peki onlar uyumlu ve adapsız da, onları oralara getirenler, hala mı akıllanmadınız dindarlık kisvesi arkasına saklananlardan yediğiniz bunca “darbe”ye rağmen.

        Bırakın ahlaki yoksunluğunu din kisvesi ile örtmeye çalışanları.

        Onlar başlarını değil, ayıplarını örtmeye çalışıyor sadece.

        Artık anlayın bu işin sözde dindarlıkla değil, özde edepli olmakla olduğunu.

        Yine de içimde bir umut var.

        YÖK bu Rektör’ü hemen görevden almış.

        İnşallah yarın öbür gün başka bir göreve atamazlar arkadan.

        Türkiye'ye operasyon mu çekiliyor!

        Okurlar diyor ki, “Niye ekonomi yazmıyorsun?”

        Geçenlerde yazdım ama siz onun ekonomi yazısı olduğunu anlamadınız herhalde.

        Fazla da yazma niyetim yok.

        Çünkü Türkiye ekonomisini anlamak mümkün değil.

        Bir yanda kriz, ciddi bir işsizlik, giderek artan bütçe açığı, artan kurlar.

        Diğer yanda müthiş bir canlılık...

        Hükümet öyle veya böyle nasıl olduğunu hiçbir ekonomistin anlayamadığı ve belki de asla anlayamayacağı biçimde günü kurtarıyor.

        Kim bilir belki de bu da bir ekonomik model.

        Günü kurtar, yarına Allah kerim.

        Bazıları bu durumu “Hesabı ödememek için sürekli yeni sipariş veren müşteri” gibi görüyor ama şimdilik sistem işliyor.

        İşlemediği zaman hep birlikte göreceğiz.

        Yeni çok sorulan bir sual de “Türkiye’ye dış güçler ekonomik operasyon mu yapıyor?”

        Elimde veri yok ama muhtemelen yapıyordur!

        Yapmaması için sebep yok.

        Geçmişte 70’lerde Ecevit’e dış ve iç güçler birlikte, sonra yine Ecevit’e dış güçler ve iç güçler birlikte operasyon yaptılar.

        Mesut Yılmaz’a ve Tansu Çiller’e de yaptılar.

        Türkiye’deki tüm iktidarlar, zafiyet gösterdikleri, yanlış ekonomik politika uyguladıkları, açık verdileri anda dış ve iç güçler tarafından operasyona tabii tutuldular. Bu durumu dile de getirdiler.

        Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da geçmişte bunu söyledi.

        “Operasyon yapılabilir. Mühim olan operasyona mahal verecek politikalar izlememektir. Zafiyet göstermemektir” dedi.

        O yüzden mutlaka operasyon yapılıyordur.

        Zayıf düştüğü anda sermaye her ülkeye böyle operasyon yapar.

        Mühim olan zayıf düşmemek, açık vermemektir.

        Ya seçilseydi!

        CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na bir soru sormak istiyorum.

        “Kemal Bey, Cumhurbaşkanı seçileceğinden emin olsanız, Muharrem İnce’yi yine de Cumhurbaşkanlığına aday gösterir miydiniz?”

        Kılıçdaroğlu’nun bu soruya “Resmi” yanıtı “Evet” olabilir ama gerçek yanıtın “Asla” olacağından eminim.

        Bunu sormam ve söylemem kimseye anlamsız gelmesin.

        Eğer birinin ülkeyi yönetebilecek kapasitede olduğuna inanıyorsanız onu parti yönetiminin dışında tutmazsınız.

        Birine ülkenin en önemli koltuğuna oturtacak kadar güveniyorsanız, partinin önemli bir koltuğuna oturmasına da itiraz etmezsiniz!

        Muharrem İnce haklı olarak parti içinde önemsenmemekten, parti içinde adam yerine konmamaktan, parti içinde siyaset yapamamaktan şikayet ediyor.

        Bunların hepsi doğru.

        İnce CHP içinde siyaset yapamıyor, İnce’ye CHP içinde siyaset yaptırılmıyor.

        Büyük ihtimalle İnce’ye güvenmiyor CHP yönetimi ve Genel Başkanı.

        Haklı olabilirler haksız olabilirler.

        Beni ilgilendirmez.

        Beni ilgilendiren tarafı ise şudur.

        Madem bu adama güvenmiyordunuz.

        Niye Cumhurbaşkanı adayı yaptınız?

        Ya seçilseydi!

        Ne yapacaktınız!

        Merak

        Zaman zaman meraklarım depreşiyor.

        Daha önce S 400’lerin akıbetini merak etmiştim mesela.

        Şimdiki merakım ise göçmenler meselesi.

        Corona’dan önce Yunanistan sınırlarına dayanmış göçmenler vardı?

        Nerede onlar şimdi!

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Yazarlar beni niye okumuyorsun diye ağlaşmadığı zaman.

        Diğer Yazılar