Alkol mü, alkolizm mi?
SAĞLIK Bakanı Recep Akdağ'ın yaptığı işleri genelde ne kadar beğendiğim gizli bir bilgi değildir.
Bunu yazılarımda da, televizyon programlarında da sık sık söylerim.
Elbette eleştirdiğim icraatları da olmuştur.
Tam gün yasasının üniversitelere verdiği zararı ve bu üniversite hastanelerinde şifa arayan vatandaşların kaliteli hekime ulaşmasını zorlaştırmasını eleştirdiğim gibi.
Ama Recep Akdağ bana göre artıları eksilerinden çok daha fazla olan bakanların başında gelir.
Ancak geçen hafta okuduğum sözleri, beni ciddi bir endişeye sevk etti.
Bakan Akdağ şöyle diyor:
"Biz Sağlık Bakanlığı olarak şu anda dikkati iki noktaya yoğunlaştırıyoruz. Aslına bakarsanız dört noktaya yoğunlaştırmaya çalışacağız. Bir; sigara kullanmayın. Orada bayağı başarılı olduk. Sigara kullanım oranı yüzde 33′lerden, yüzde 27′lere düştü. İki; alkol kullanmayın. Henüz girmedik bu konuya. Çünkü, alkol sigara kadar büyük bir sorun değil Türkiye'de. Bu konuya da gireceğiz. Ama sırası var...
Ben Sağlık Bakanı olarak bu hususta gelecek eleştirilerden hiç korkmam. Çünkü biz alkolün de aynı sigara gibi son derece zararlı bir madde olduğunu biliyoruz. Bir zehir bu! Aslında iki zehir bunlar. Sigara da bir zehir, alkol de bir zehir..."
Bakan'ın bu sözleri bir hekimin sıradan sözleri gibi görünse de, bu sözlerin hemen arkasında patlayan "One Love" festivalindeki "alkol yasakları" Bakan Akdağ'ın sözlerini başka bir boyuta taşıyor.
Ve birden bire "yaşam tarzlarına müdahale" ve "mahalle baskısı" kaygısını alevlendiriyor.
Hele hele Bakan'ın "Bu konuya gireceğiz ama sırası var" demesi yakın gelecekte olacakların habercisi gibi.
Bakan da, iktidarın tüm unsarları da biliyor ki, bu iki konuda "karşıtlık" kolay değil.
"Sağlık" ve "bağımlılık" gibi iki kelime işin içine girince "sigarayı ve alkollü içki kullanımını" savunmak zorlaşıyor.
Bakan Akdağ'ın burada dikkat etmesi gereken şey, kullandığı "terminoloji".
Burada "alkol" yerine "alkolizm" veya "alkol bağımlılığı" dediği anda sorun ortadan kalkıyor.
Çünkü "alkol bağımlılığı" bugün tüm dünyanın mücadele ettiği bir "sorun".
Bakan Akdağ "Alkolizmle mücadele" dediği anda kaygılar büyük ölçüde sona erer.
Aksi takdirde cümlenin anlamı farklılaşır.
Bu işte bir yanlışlık var
ŞAŞKINIM.
Ne oldu, ne değişti anlamakta zorlanıyorum.
Birkaç ay öncesine kadar Türkiye bölgenin "posta koyan" ülkesiydi.
Konuya komşuya, küçüğe büyüğe ne kadar devlet var ise alayına "posta koyan" ülke konumundaydık.
İsrail'e, Irak'a, Suriye'ye, İran'a, Fransa'ya, Yunanistan'a.
Hepsine "Biz güçlü ülkeyiz. Artık burası eski Türkiye değil" diyerek çıkışlar yapıyor, dünyayı dizayn eden devletlerden biri gibi davranıyorduk.
Türkiye güçlüydü. Etkindi. Ekonomisi iyiydi. Parası boldu.
Tüm bunlarda bizim bildiğimiz veya gördüğümüz bir değişiklik olmadı.
Hâlâ güçlüyüz. Hâlâ etkiniz. Ekonomimiz hâlâ iyi. Ekonomik durumumuz hâlâ idare ediyor.
Peki ne değişti de, Türkiye posta koyan ülke olmaktan çıkıp, posta koyulan ülke pozisyonuna geçti?
Posta koyanlar adam olsa gam yemeyeceğim.
Biz herkesin "tırstığı" İsrail'i şamar oğlanına çevirmişken, önce Suriye bize posta koydu. Uçağımızı vurdu, düşürdü. iki pilotumuzu şehit etti.
"Ulan ne oluyor?! Bi dakka..." falan derken şimdi bir de Irak çıktı başımıza.
Irak Başbakanı "Türkiye hava sahamızı ihlal ediyor" dedi ardından da "Kuzey Irak'tan illegal petrol alıyorsunuz. Almayın" diye uyardı.
Vallahi olan bitenden şaşkınım.
Ne değişti merak ediyorum.
Borçlar Kanunu'ndan kurtulmak için mal ayrılığı gerek
YENİ Borçlar Kanunu'nun aileleri dağıtacağını yazdığım ve çeşitli örnekler verdiğim son yazımda avukatım Rezzan Aydınoğlu'nun "Eşitlik sağlandı" dediğini yazmıştım.
Aydınoğlu bir düzeltme yollamış.
Şöyle diyor:
"Fatih'cim;
Lafı nerenden anladığını bilmiyorum. Geç kaldım ama sanırım yine de açıklamam iyi olur.
Borçlar Kanunu'ndaki ilgili madde için ben
1- Eski yasada adam eşine kefil olacaksa hâkimin izni gerekiyordu. Bu maddenin kalkmış olmasının iyi olduğunu söylemiştim. Kadını kocasına karşı koruyan bir anlayıştan kurtulduk.
2- Yeni yasadaki eşin kefaleti halinde diğer eşin onayı ise edinilmiş mal kapsamındadır. Zira 2002'den sonra eşlerin her birinin edindiği mal, edinilmiş mal kapsamında olduğundan eşlerin edinilen tüm mallarda eşit hakları bulunmaktadır. Yasa bu edinilmiş mallarda her iki eşi de korumakta olup doğal olarak diğer eşin onayının alınmasını madde koymuştur.
3- Tatilini kesip gelmeyen, 'Kocamın işinin ne olduğunu ben nereden bileyim' diyen kadınların (bu erkek de olabilir) boşanma halinde edinilmiş mal kapsamında yapacakları kavgayı da şimdiden görebiliyorum.
4- Bu maddenin önemi evlilik sürdüğü süreçte değil evliliğin ölüm veya boşanma ile sonuçlandığı durumlarda önemidir. Medeni Kanun'un eşlerin edinilmiş mal seçimiyle ilgilidir.
5- Kocalarına çok güveniyorlarsa ve eşlerinin işleriyle uğraşmamak, boşanma veya ölüm halinde ortada kalmak istiyorlarsa kolayı var, notere gidip mal ayrılığı rejimini seçerler ve kefalet durumunda onaylamak işleminden kurtulurlar.
Sevgiler
Rezzan Aydınoğlu"
Rezzan'ın söylediklerinden anladığım şudur.
Bu yasa kadını korumak için koyulmuş gibi görünmekle beraber, sonuçta kadının aleyhinedir.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Hiç değilse akıllılar kuyuya taş atmadığı zaman.