Karşıdakini ahmak sanmak yanıltır
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu’nun görüşlerinden yararlandığı resmiyete de dökülmüş konumundan bilinen bir yazar, dünkü yazısının başlığında, “ahmaklık cemaati” nitelemesini kullanmış...
Göndermesinin hangi tarafa yönlendiği belli; ancak hedefine koyduğu Cemaat’in “ahmaklık” nitelemesini hak ettiğini kuşkuyla karşılıyorum. Özellikle de, ilk hukuki sürecin, “Tahşiye” örgütüne Cemaat’in medya kolunun “kumpas” kurduğu konusunda açıldığını ve “gazeteci” kimlikli kişilerin gözaltına alınmasıyla başladığını gördükten sonra...
Cemaat kendi yanlışlarından ders çıkarmasını biliyor. Geçmişte ölümüne destek verdiği “Ergenekon” ve “Balyoz” süreçlerinin neden akamete uğradığını iyi değerlendirmiş olduğu anlaşılıyor. O süreçlerin kaderini, “Ergenekon” yapılanmasına ve hatta “darbelere” karşı oldukları bilinen iki “gazeteci”nin tutuklanması belirlemişti.
Kamuoyunun kafasını karıştıran olay, o gazetecilerin cezaevine gönderilmesi olmuştu. Tabii, eşzamanlı olarak meslek dayanışması da devreye girmekte gecikmedi. “Ergenekon” sürecinin ülkede varlığı bilinen “derin devlet” yapılanmasının tasfiyesini getireceğine inananlar bile, o noktadan sonra, sürece verdikleri desteği önce zayıflattılar, sonra da durdurdular.
Hükümet-Cemaat kavgasının hukuk zeminine “gazeteci” tutuklayarak taşınması, daha ilk adımda hükümetin başının ağrımasına yol açmakta. Şimdiye kadar görülmemiş genişlikte bir yelpazede gazeteciler buluşması ülke içerisinde gerçekleştiği gibi, tavırları değerli uluslararası kurumlar ile yayınları dünyanın her tarafında yankı bulan yabancı medya organları da karşı cephede yer almakta gecikmedi.
Ahmaklık geçmişte yaşananlardan ders çıkarmamak ise -ki öyledir- “Ergenekon” sürecinin başına geleni doğru değerlendirdiği görülen Cemaat için bu niteleme nasıl kullanılabilir?
Son operasyonda gözaltına almaların “gazetecilik faaliyeti” ile ilişkisi olmadığını ileri sürmek ve farklı ilintiler kurarak herkesi bir “örgüt” çatısı altına yerleştirmek fazla tutarlı değil. Eğer bu davranış tarzı tutarlı olsaydı “Ergenekon” süreci akamete uğramazdı.
Esas sorun, AK Parti çevresinin “basın” ile ilgili tutumundan kaynaklanıyor. Önyargıları var ve bunların etkisini basınla her düzeyde kurdukları ilişkilerde görebiliyoruz. Bir sevgisizlik söz konusu; dahası, kendilerinde var olan sevgisizliğin herkes tarafından paylaşılmasını da istiyorlar. Bu ise rahatsızlıklara kapı aralıyor.
Politikacıların basınla ilişkilerinin güllük gülistanlık olduğu tek bir ülke yok. Avrupa’nın hemen her ülkesinde, ABD’de de, liderlerin basına karşı olumsuz duygularını zaman zaman dışa vurdukları oluyor. Ancak, hiçbir demokratik ülkede, “gazeteci” kimliğiyle tanınmış kişilerin üzerine “operasyonlar” ile gidilmiyor. Gözaltı, tutuklama gibi hukuki işlemlerden elbette yasaları çiğnediğine inanılan gazeteciler de muaf değildir; ancak bunun basın özgürlüğünü çiğneyen bir yönteme dönüşmesi de demokrasilerde kabul edilmez.
Dönüşürse ne olur? “Özgür ülkeler” sıralamasında aşağılara düşmekle başlayan bir dizi puan kırıcı işleme muhatap olunur.
Türkiye bunu kaldıramaz. Özellikle de, 12 yıllık AK Parti iktidarı sayesinde Avrupa Birliği standartlarıyla tanışmış “yeni Türkiye” bunu kaldıramaz.
Nitekim, bugün içte ve dışta karşılaşılan sıkıntıların sebebi de budur. İçeride, gazeteci milleti, var olan haklarına tecavüz olarak görüyor yapılanları ve onları kaybetmeme mücadelesi veriyor; dışarıdan bakanlar da bugüne kadar kaydedilmiş standartlar ile uygulama arasındaki çelişkiye itiraz ediyor.
Karşısındaki muarızını “ahmak” sanmanın sonucu mudur, bilemem; ama AK Parti’nin Cemaat ile kavgasında ilk raundu yanlış bir zeminde başlattığına eminim.
- Batı ile değişen rollerimiz8 yıl önce
- Yangın daha da yayılmadan...8 yıl önce
- Biz birbirimizi yerken...8 yıl önce
- Seçim sonrası Türkiye tablosu8 yıl önce
- Yeni yıl dilekleri yerine...8 yıl önce
- Anakronizm8 yıl önce
- Silah ve demokrasi bir arada olmaz8 yıl önce
- O fotoğraf yanlış8 yıl önce
- Tarih bizde hep tekerrür eder8 yıl önce
- Olana bir de bu gözle bakın8 yıl önce