Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

TÜRKİYE sürprizlerle dolu bir ülke. Başında bulunduğu istihbarat örgütünü siyasete atılmak için terk eden Hakan Fidan’ın AK Parti’den milletvekilliği adaylığını geri çekme kararı, herhalde ailesini ve en yakınlarını bile şaşırtmıştır.

Yeniden MİT’in başına müsteşar olarak atanması ise hepimizi...

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Sır küpüm” diye andığı Fidan’ın kendisinin izin vermediği ayrılığına gönül koyduğu biliniyordu; kimbilir kaç kez bu rahatsızlığını açıkladı.

Hakan Fidan’ın MİT’in başına dönmesi mesajın taraflarca alındığını gösteriyor; herkesi memnun eden bir son bu...

MİT Müsteşarı’nın milletvekili olma niyetinin Cumhurbaşkanı tarafından engellenmesi, hiç kuşkusuz, yaşadığımız dönemin en ilginç siyasi olayı...

Bakalım daha neler göreceğiz.

Kaht-ı rical varken...

SON birkaç gündür siyaset gündeminde hangi konu heyecanla tartışılıyor?

Çok değil, altı ay önce Cumhurbaşkanlığı koltuğunu boşaltan Abdullah Gül’ün yeniden aktif siyasete döneceği haberi, değil mi? Tabii, konuyu açanın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olması da, ihtimali büyüttüğü için, heyecanı artıran bir unsur... Herkeste “Keşke Abdullah Gül de siyaset tablosunun içerisinde bulunsa” temennisi...

Yazının girişine bakıp 11. Cumhurbaşkanı Gül’e yapılan davetle ilgili düşüncelerimi yazacağımı düşündüyseniz yanıldınız; o konuyu olanca genişliğiyle dün değerlendirdim. Bugünkü konum farklı.

Kendimi bildim bileli, siyasi hayatı yakından gözleyenlerden, hep aynı deyimi işitmişimdir: “Kaht-ı rical...” Eski dilin tercih edilmesinin sebebi, o deyimin günlük kullanıma girişinin Osmanlı dönemine kadar dayanmasıdır. Osmanlı atalarımız, aralarında konuşurlarken, “Ne yapalım mirim, kaht-ı rical, malum” sözleriyle fark ettikleri yaraya parmak basarlarmış...

O yara hâlâ varlığını hissettiriyor...

“Kaht-ı rical”, adam kıtlığı demek... Türkiye gibi iyi yetişmiş insanların bol olmadığı, var olanların da siyasetten uzak durmayı tercih ettiği bir ülkede, en büyük şikâyet konusunun “kaht-ı rical” olması sürpriz değil elbette.

Fazla ileri gidenlerin, güç sahibi tarafından sakıncalı bulunup kellelerini kaybedebildikleri bir ülke burası...

Şimdi unutuldu, ama siyasetin kelle koparmayla sonuçlanabildiği dönemlerde ağızdan ağıza dolaşan bir başka deyim de “Selâmet der-kenarest” idi. Tamamı “Be-derya der menafi bi-şumarest / Eger hâhi selâmet der-kenarest” olan Şirazlı Sadi’nin beytinin anlamı, “Denizde pek çok menfaatler varsa da / Eğer selamet istiyorsan, kenarda dur” demek...

Bizimkiler beytin “Selâmet der-kenarest” (“İyisi mi sen kenarda dur”) bölümünü Türkçe’ymiş gibi günlük kullanıma sokmuşlar...

“Etliye sütlüye karışma” telkiniyle büyütür anneler çocuklarını, sanki büyük bir marifetmiş gibi... Zaten bu sebeple, 7 Haziran seçimine giderken partilerin kapısını çok sayıda aday adayının çalmasını, toplumda bir şeylerin değişmeye başladığının habercisi sayabiliriz. Artık daha fazla insan siyasete ilgi duyuyor.

Ancak bu durum “kaht-ı rical” (adam kıtlığı) yaşandığı tespitini yanlışlamıyor. AK Parti çevrelerinden Abdullah Gül’e yapılan davet, ona siyasette ihtiyaç duyulduğunun, yokluğunun bir boşluğa dönüştüğünün itirafı... Oysa Abdullah Gül, araya Cumhurbaşkanlığı girmese ve yoluna milletvekili-bakan olarak devam etseydi, AK Parti’nin keskin biçimde uyguladığı “üç dönem kuralı” yüzünden Meclis dışı kalacaktı...

Yalnız o mu? Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan kendisine “Aktif siyasete dönse hoş olur” mesajı gönderen Tayyip Erdoğan da, konum değiştirmemiş olsaydı, bu dönem Meclis’te yer almayacaktı.

Tıpkı mevcut hükümette önemli koltukları başarıyla dolduranların çoğu gibi...

“Üç dönem kuralı” elbette özünde bir ihtiyaca -yüzlerin yenilenmesi ihtiyacına- cevap veriyor, ama acaba bu kadar keskin biçimde mi uygulanmalı? Üzerinde düşünülmesini istediğim soru bu. Düşünelim.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar