Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

MESLEK hayatımın en şaşırtıcı seçimlerinden ikisini ABD’de yaşadım.

İlki 1980 yılındaydı. Jimmy Carter netameli bir ortamda gidilen başkanlık seçiminde (1980), artist rakibi Ronald Reagan’a karşı, Beyaz Saray’da 4 yıl daha kalma mücadelesi veriyordu.

Carter’ı rakibi Reagan değil, İran yendi. Elinde tuttuğu Amerikalı rehineleri serbest bırakmayarak...

Yıllar sonra, 1992’de, Saddam’ı işgal ettiği Kuveyt’ten çıkarmayı başarmış George Bush’un, genç rakibi Bill Clinton’a karşı seçim mücadelesinde, başarılı olacağına garanti gözüyle bakılıyordu. Baba Bush’un kazanmasını bekleyenler arasında, o gece şerefine resepsiyon planlamış TC Büyükelçiliği de vardı.

Seçimi Clinton kazandı; ekonomik endişeler “Irak kahramanı” imajını yerle bir edivermişti Bush’un...

Yerinde izlediğim bu iki Amerikan seçimi “seçmen” denilen kitlenin farklı güdülerle hareket edebildiğini bana öğretmiştir.

“Oy”un kimsenin ipoteği altında olmadığını da...

Pazar günü yapılacak seçimden önce kaleme aldığım son yazım bu. Seçime ilişkin yazılarımda, sandıktan çıkacak tabloyu etkilemeye çalışan değerlendirmeler bulamamış olabilirsiniz; ancak seçim sonrasında tartışma gündemine gireceğine inandığım başlıklara katkı sayılacak öngörülerde bulunmaya çalıştım.

Çok bilinmeyenli bir seçim bu.

Her şeyden önce AK Parti’nin yürüttüğü kampanyanın etkisiyle ilgili bilinmeyenler hayli fazla. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ayrı kampanyalar yürütmesi AK Parti oylarına yaramış mıdır? Cumhurbaşkanı partisine sahip çıktı, iyi mi oldu? Başbakan geri planda kaldı, kötü mü oldu?

Kemal Kılıçdaroğlu bu seçimde klasik bir CHP lideri gibi davranmadı. “Devlet elden gidiyor” feryadı koparmak yerine, “Oyunuzu verin, sizin hayrınıza olacak işler yapalım” söylemini tercih etti. Sosyal içerikli bir programı savundu. Makul bir başarı çıtası koydu ve ilk gün belirlenmiş kampanya çerçevesini zedeleyebilecek hemen hiçbir çıkış yapmadı.

Geleneksel söylemini sürdürseydi CHP, kendi programını tartışmaya açmayı değil de, o bildik saldırgan üslubuyla olumsuz bir kampanya yürütseydi, “Laiklik de laiklik” deseydi sözgelimi, pazar günü alacağı oydan daha fazlasını derleyebilir miydi?

Bunu da bilemeyeceğiz.

Selahattin Demirtaş’ın kişisel cazibesi üzerine oturan HDP kampanyası şaşırtıcıydı. Bir parti liderinin, ideolojik olduğu kadar pragmatist, belli bir bölgeyi ön planda tutan programını geniş kitlelere onaylatacak kadar bütünlükçü, rakiplerinin yaşını seçmen gözünde sorun haline dönüştürecek kadar gençliğini kullanabilen biri olabilmesi... Daha önce pek karşılaşılmış bir şey değildi.

Tersini yapsaydı HDP, kampanya boyunca “Kürt sorunu” lafını dilinden düşürmeseydi, iki cümlesinden birinde “İmralı” diğerinde “Kandil” sözcüklerini kullansaydı Demirtaş, seçimi “Kürt sayımı”na dönüştürseydi...

Ne olabileceğini asla bilemeyeceğiz.

Olanlara bakarak pazar günü sandığa akacak oyların nasıl bir tablo ortaya çıkartacağını bilmek bu yüzden zor.

Çünkü pek çok şey ilk kez oldu bu kampanyada: Cumhurbaşkanı seçim meydanlarına ilk kez indi... CHP, uzun yıllar sonra ilk kez, demokrasi zemininde olumlu bir kampanya yürüttü... HDP antipati yerine empati ile yaklaştı seçmene ve kendini olduğundan fazla göstermeyi başardı.

MHP bile farklıydı bu seçimin öncesinde...Bu kadar bilinmeyenin söz konusu olduğu seçim, 1980 ve 1992 yıllarında gözlemlediğim ABD seçimleri gibi “sürpriz” sonuçlara gebe midir?

Tahmini size bırakıyorum.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar