İmzalarımızın değeri
BAZILARINA gereksiz görünebilecek mesleki hassasiyetlerim var benim: Kendimi bildim bileli meslek dışı görevler üstlenmekten kaçındığım gibi gazetecilik örgütleri dışındaki derneklere, örgütlere de katılmadım; ricaları kırma pahasına hiçbir ortak metne imza vermedim...
İsteyen dilediği derneğe ve örgüte katılabilir; bir metne imza vermek kadar onu imzalamayı reddetmek de teklifle karşılaşanın hakkıdır.
Her iki hassasiyetimin birer istisnası var: Önce “çözüm süreci” için oluşturulan “âkiller heyeti” içerisinde yer aldım; dün de o sürece katılmış bazı dostların talebi üzerine ortak bir metne imza attım.
Neden?
Basit bir sebepten: Meslek hayatımının neredeyse bütününü teşkil eden bir süre içerisinde ülkenin nefesini kesen, 40 bin canını alan ve kimbilir ne kadar maddi kayba yol açan en çetrefilli sorununun çözümünde katkım olsun diye...
Ufak da olsa katkı, katkıdır...
Silahların susmasına, insanlarımızın hayatlarını kaybetmemesine yarayacak başka ciddi talepler olduğunda onlara da kulak verebilir, katılabilirim...
Adı “barış süreci” konulan girişim, yakın zamana kadar, bayağı işe yaradı. 2009 yılından sonra, PKK, girişime cevap olarak “çatışmasızlık” ilan etti; neredeyse her gün ülkeyi yasa boğan çatışmalar ve sonucunda düştüğü yeri yakan teröre bağlı ölümler bıçakla kesilmiş gibi bitti.
İnkâr eden çarpılır.
Çatışmasızlık ortamı etkisini ülkenin her köşesinde ve her alanda belli etti. Aileler evlatlarını askere daha az endişe duyarak gönderdi; memurlar görevlendirildiklerinde ülkenin her köşesine sevinerek gider oldu; çocukları dağda bulunan aileler onlara kavuşacakları günü saymaya başladı.
Barış sürecinin ekonomi üzerindeki müthiş canlandırıcı etkisini de unutmayalım...
En önemlisini sona sakladım: Türkiye, uzun yıllardır ilk kez, kendi sorununu başkalarına ihale etmeden, kendi öz imkânlarını kullanarak ve hiçbir baskı altında kalmaksızın çözebileceğini dünya âleme göstermeyi becerdi.
Uzun yıllardır ilk kez...
Şimdi ise, arada her bakımdan yararlı böylesi bir devir yaşanmamış gibi, yeniden o eski çatışmalı günlere dönülme riski var ve kalıcı olması umulan barışın yerini kalıcı bir savaş hali alacak gibi...
Her gün bir yerlerden kafasını uzatıyor terör ve ülkeyi 30 küsur yıl boyunca etkisi altına almış o “çözümsüzlük” hali yeniden günü belirliyor.
Devam etsin mi bu hal, en değerli kaynağımız olan genç insanlarımızı teröre kurban vermeye, zaten az olan imkânlarımızı savaşta harcamaya devam mı edelim, yoksa çatışmasızlık halini sürdürebilmenin yollarını aramakta ısrarcı mı olalım?
Bu soruya her zaman aynı cevabı verdim, bundan sonra da cevabımın değişeceğini sanmam.
Elbette devlet sorumluluğunu taşıyanlar bizlerden farklı güdülerle hareket edebilir, ediyorlar da; ancak onların da sivil kesimden yükselen taleplere kulak vermesi gerekir... Devlet adına hareket edenlerin kendi kavgalarını sivil kesime taşımaları, herkesin onların arzuları istikametinde tavır almasını istemeleri ise kabul edilemez.
Gayretimiz çocuklar ölmesin istikametindedir.
AK Parti hükümeti “Gelin, bu süreçte sizlerin de katkısı olsun” dedi, “âkil insanlar heyeti”ne koşarak gittim. O çabamızın şu sıralarda boşa çıkarılmak istendiğini fark edenlerin “Gelin, bu yanlış gidişi durduralım” talebine de imzamla destek verdim.
Şerefle...
- Batı ile değişen rollerimiz8 yıl önce
- Yangın daha da yayılmadan...8 yıl önce
- Biz birbirimizi yerken...8 yıl önce
- Seçim sonrası Türkiye tablosu8 yıl önce
- Yeni yıl dilekleri yerine...8 yıl önce
- Anakronizm8 yıl önce
- Silah ve demokrasi bir arada olmaz8 yıl önce
- O fotoğraf yanlış8 yıl önce
- Tarih bizde hep tekerrür eder8 yıl önce
- Olana bir de bu gözle bakın8 yıl önce