Siyasetin futbolla kesiştiği yer
Fazla değil 1 ay kadar önce, televizyonda, 2 İngiliz takımı arasında geçen zevkli bir maç izliyordum. Manchester City, kendisinden zayıf rakibi Newcastle United karşısında zorlanıyordu. Ne olduysa, ikinci yarının başlarında, City’nin golcüsü Kun Agüero birdenbire canavarlaştı. 20 dakikada 5 gol kaydedecek kadar canavarlaştı hem de...
Her gol sonrasında müthiş sevinen Teknik Direktör Manuel Pellegrini’nin beşinci golle birlikte yüzü ve tavrı değişti.
Bir baktım, attıklarıyla bir maçta en fazla gol kaydedenler arasına ismini yazdıran Agüero’yu kenara çekti Pellegrini...
Aynen böyle oldu.
Neden öyle yaptığının mutlaka futbolun kendi gerçekleri içinde bir açıklaması vardır; ancak tavrı, bir siyasi yorumcu olarak benim zihnimde bu yazıya ilham teşkil eden ışıklar yaktı.
Her işi tadında bırakacaksın; galibiyeti bile...
Rakiplerini sarsacak, yenilgiyi kabul etmek zorunda bırakacaksın; ama onu rezillendirmeyecek, insan içine çıkamaz hale getirmeyeceksin...
Siyaset de -futbol gibi- bir takım oyunudur; başarıda az sayıdaki kişinin payı diğerlerinden fazladır ve bu gerçeğin bilinmesini isteyebilirsin; ancak o kişi/leri hedef haline getirmemek gibi bir derdin de olmalı...
Kıskanan bir rakip oyuncunun atacağı bir tekme, Agüero gibi bir golcüyü haftalarca sahalardan uzak tutabilir; zaferi tek kişiye mal etmek, husumeti o kişinin üzerine çeker...
Üzerinde durulmayı hak eden ortak yönler bunlarla da sınırlı değil. Futbol 90 dakika oynanır oynanmasına, ancak ligin tamamlanması ve hangi takımın şampiyon olacağının belli olması aylar alır. İlk haftalarda kaydettiği galibiyetlerden sevindirik hale geldiği için uyumu bozulan, konsantrasyon sorunu yaşayan ve bu yüzden arkalara düşen takımlar da olur.
Önemli olan, istikrarlı bir gidiştir takımlar için...
Ya siyaset, o da öyle değil midir? Süleyman Demirel siyaseti 42 kilometre ve 195 metre koşulan maratona benzetirdi; ağırlığı o son 195 metreye vererek... Maratonda önemli olan bütün o kilometreleri son metrelerinde en öne geçecek şekilde koşabilmektir.
AK Parti, 1 Kasım seçiminden açık ara önde çıktı. Hükümeti tek başına kurabilmesine imkân sağlayan büyük bir başarıdır bu. Daha da önemlisi, kampanyada ısrarla vurguladığı “istikrarı” ülkeye yeniden getirebilmesi için önünde 4 yıl gibi seçimsiz uzun bir süre var. 4 yıl boyunca rakiplerinin nefesini omzunda hissetmeyecek... AK Parti, icraatta önceliklerini oy verenlerin kendisini tercih sebeplerine göre belirleyip vaatlerini 4 yıla yayabilme imkânına da sahip...
İlla hemen gol atması, golleri birbiri ardında sıralaması gerekmiyor AK Parti’nin....
Hele son birkaç yılın yoğun gündemi, bir yıl gibi kısa süreye 4 seçimin sığdırılması zorunluluğu herkesi yormuş iken, ilk günlerini top çevirmeyle değerlendirebilir pekâlâ...
Yorucu konuları bugünden kamuoyunun gündemine taşımak yerine, süreyi, “milli birlik programı”nı gerçekleştirmeye yarayacak uygulamalarla değerlendirebilir.
Manchester City maçını izlediğim gün, 5 golden sonra kenara çağrıldığını görünce, aklım, Agüero’nun Pellegrini’ye kızıp kızmadığına takıldı. Kızmıştır herhalde. Ancak ona güveniyorsa, yaptığının, hem kendisi hem de takımı için en doğru karar olduğunu da anlamıştır.
Siyasetçiler, futbolcularla bu noktada ayrılıyor...
- Batı ile değişen rollerimiz8 yıl önce
- Yangın daha da yayılmadan...8 yıl önce
- Biz birbirimizi yerken...8 yıl önce
- Seçim sonrası Türkiye tablosu8 yıl önce
- Yeni yıl dilekleri yerine...8 yıl önce
- Anakronizm8 yıl önce
- Silah ve demokrasi bir arada olmaz8 yıl önce
- O fotoğraf yanlış8 yıl önce
- Tarih bizde hep tekerrür eder8 yıl önce
- Olana bir de bu gözle bakın8 yıl önce