İstihbarat zaten zor iştir, ama...
ÜST düzey devlet yetkililerimizin NSA tarafından dinlendiği haberleri üzerine, ülkesini Ankara’da temsil eden ABD maslahatgüzarını bakanlığa çağırarak, “Doğruysa, lütfen dinlemekten vazgeçin” çağrısı yaptı Türkiye...
Benzer bir uyarı, daha önce, “Almanya, Türkiye’yi dinliyor” haberleri üzerine, Almanya’nın Ankara Büyükelçisi bakanlığa çağrılarak yapılmıştı.
Dışişleri Bakanlığı’mız İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi’ni çağırma gereği duymamış; ama İngilizler, kendiliklerinden, “İstihbarat konularında politikamız belli; ne kabul ederiz, ne de ret” görüşünü açıkladılar.
İddianın soru olarak yönetildiği Beyaz Saray sözcüsü de, üç aşağı beş yukarı İngiltere’nin açıklamasını tekrarladı.
En keskin tespit, Kıbrıs’a doğru yola çıkarken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan geldi: “Dünyada istihbaratı güçlü olan ülkelerin farklı ülkeleri dinlememe diye bir şeyi yoktur. (..) Bunu hepsi yapıyor. Dolayısıyla bu konuda neyi nasıl yaptığı veya nasıl deşifre ettikleri çok çok önemli...”
Günümüzde casusluk, filmlerde izlediğimiz yöntemlerle yapılmıyor artık; hatta sanayi ve moda casusluğu bile günümüz teknolojisi sayesinde biçim değiştirdi. En hassas bilgilere çok daha kolay ve zahmetsiz yöntemlerle erişilebiliyor. Kendilerini casusluğa karşı koruyabilecek teknolojik donanımdan yoksun herkesin ve her ülkenin en hassas bilgileri, geniş teknolojik imkânlara sahip kişiler ve ülkeler tarafından fazla zorlanmadan elde edilebiliyor.
Uydular, bilgisayarlar, zoom’lu mikrofonlar, nano cihazlar... Bugünün dünyasında, bunların hepsi, istihbarat örgütlerinin hizmetinde...
Türkiye’deki istihbarat örgütleri de bu donanımları kullanıyor elbette...
Ancak donanımların, istihbaratta kullanılan alet edevatın, cihazlar, bilgisayarlar ve bunlarda kullanılan programların bizzat kendileri de casusluğa imkân sağlıyor. Bir başka ülkeden aldığınız altyapı malzemeleri sizin işinizi görüyor görmesine, ama onlarla yürüttüğünüz her istihbarat faaliyetinden, donanımları veya programları satın aldığınız ülkenin haberdar olmasına da izin verebiliyor.
Dünyanın parasını ödeyerek satın aldığınız dinleme cihazları, dinlemeleri deşifre etmeye ve değerlendirmeye yarayan programlar, çoğunlukla siz farkına bile varmadan, bir başka istihbarat örgütünün bilgisayar ağına veri aktarabiliyor.
İlgi alanlarına giren, “hedef” seçtikleri ülkeleri dinledikleri Edward Snowden’in ifşaatından anlaşılan ülkeler belli: ABD... İngiltere... Almanya... İsrail...
Neden sadece bu ülkeler dinliyor Türkiye’yi? Sebebi basit: Çünkü Türkiye’nin istihbarat örgütleri, bu ülkelerden satın alınan donanımları ve programları kullanıyor da ondan...
Fazla yorulmaları da, tehlikeli operasyonlar düzenlemeleri de gerekmiyor ülkemizle ilgilenen devletlerin: Bize sattıkları her cihaz ve programla elde edilen bilgi ve belgeler bir yolunu bulup onların bilgisayarlarına da ulaşıyor.
Yapılacak iş belli: İstihbarat toplayan ve dinleme yapan örgütler, yabancı ellerin ürettiği donanım ve programlara bağımlı olmaktan çıkarılmalıdır.
Ülkemizi yabancı devletlerin serbest avlanma alanı haline dönüştüren bu durumun farkında olmaz mı istihbarat örgütlerimiz? Ve tabii TÜBİTAK?
Farkındalarsa, donanım ve program açısından ülkemize yerli imkânlar kazandırma yolunda ciddi adımlar atıyor, en azından bu yolda gösterilen çabaları destekliyorlar mı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Onlar böyle şeyler yapar” dediği “istihbaratı güçlü ülkeler” arasına Türkiye’yi de sokmanın yolu, yerli donanım ve program üretmekten geçiyor.
Dün aynı konuya ilişkin yazımı “Gülelim mi, ağlayalım mı?” sorusuyla bitirmiştim; o sorunun cevabını bugün veriyorum: Güleriz ağlanacak halimize...
- Batı ile değişen rollerimiz8 yıl önce
- Yangın daha da yayılmadan...8 yıl önce
- Biz birbirimizi yerken...8 yıl önce
- Seçim sonrası Türkiye tablosu8 yıl önce
- Yeni yıl dilekleri yerine...8 yıl önce
- Anakronizm8 yıl önce
- Silah ve demokrasi bir arada olmaz8 yıl önce
- O fotoğraf yanlış8 yıl önce
- Tarih bizde hep tekerrür eder8 yıl önce
- Olana bir de bu gözle bakın8 yıl önce