Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye, bölgesinde tek tip savaş uçağı, F-16 kullanan tek ülke. Yunanistan, ABD’nin yakın dostu İsrail, Rusya’nın sıkı ortağı Suriye ve ABD-Rusya arasında denge tutturmaya çalışan Mısır’a bakın hepsinde en az 2 ayrı kaynak ülkeden temin edilmiş 3-4 farklı model savaş uçağı var. Türkiye ise Amerika sevdası ve NATO müttefikliği sebebiyle sadece Lockheed Martin’in F-16’larını kullanıyor.

        Rahmetli Turgut Özal’ın Türk Havacılık ve Uzay Sanayi AŞ’yi (TUSAŞ) F-16’ların üretime sokmasının amacı bu alanda kabiliyet kazanıp, G. Kore gibi kendi uçağımız yapmaktı. Ama Özal’dan sonrakilerde o vizyon olmadığı için bu alanda başarı elde edemedik. Fakat savaş uçaklarımızı NATO çatısı altındaki ülkelerden temin ederek de çeşitlendiremedik, Avrupa’dan teklifler olmasına rağmen ortak üretim programlarına da giremedik. Başta maddi kaynak olmak üzere çeşitli nedenler sayılabilir. Çok geçte olsa Milli Muharip Uçak (MMU) projesi bir ümit olarak başladı.

        MMU hizmete girene kadar Türkiye’nin bölgede hava savunma anlamında bir sıkıntı yaşar mı? Yunanistan’ın veya Türkiye’ye diş bileyen bazı ülkelerin, 4 plus veya 5’nci nesil savaş uçakları nasıl bir tehlike arz eder tahmin etmek zor. NATO ülkesi Türkiye, Rusya’dan 5’nci nesil savaş uçağı almaya yönelirse ne olur? Bütün bu sorular Yunanistan son bir yılda savunmaya kaynak ayırması, Fransa’dan Rafale savaş uçağı alması, F-35’ler için de ABD’nin kapısını aşındırmasıyla yakından ilgili…

        Yunan ve Fransız savunma bakanları, Atina’da 2,3 milyar Euro değerinde, 18 adet Rafale savaş uçağı için anlaşma imzaladı. Uçakların 6’sı yeni, 12’si ikinci el olacakmış. Bu sene de teslimatları gerçekleşmeye başlayacak.

        Türkiye’nin insansız hava araçları (İHA, SİHA ve TİHA) konusunda üstünlüğü tartışılmaz, ama savaş uçağı farklı bir üst kategori. Öyle görünüyor ki bu seneyi askeri gelişmeleri ve savunma sanayini konuşarak geçireceğiz.

        Böyle virüslü tatil olur mu?

        Böyle virüslü tatil olur mu?
        0:00 / 0:00

        Türkiye’nin toptancı eğitim anlayışı, tüm ülkenin toptan aynı tarihlerde tatil yapmasını da beraberinde getiriyor. Normal zamanlarda ciddi sorun olan bu eğitim politikası Kovid-19 salgın sürecinde ciddi bir problem olarak neden görülmedi? Kış tatili en azından Kovid-19 salgınıyla mücadele kapsamında bölgelere göre zamana yayılsaydı fena mı olurdu? İstanbul’daki okulları Anadolu ve Avrupa yakası olarak farklı tarihlerde tatile çıkarmak kimsenin neden aklına gelmiyor?

        Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Özlü, üç haftalık sömestr tatiliyle ilgili uyarılarda bulunarak, şehirler arasında insan hareketliliği olması halinde Kurban Bayramı’nda olduğu gibi yeni bir dalganın oluşacağı uyarısını yapmıştı. Uludağ’daki otellerin durumuna bakılırsa yeni bir Kovid-19 dalgası için her şey hazır!

        Dünyada birçok ülke seyahat kısıtlaması, sokağa çıkma yasakları uygularken, Türkiye’de kış tatili diye bu şekilde serbestliğe izin verilmesinin ciddi sorunları olacağı niçin hesaba katılmıyor? Kış tatili yapılacak oteller 2-3 hafta boyunca kontrolsüz doluluğa muhatap olacak. Sonrasında tesisler yine boş yatacak.

        Toptancı tatil yaklaşımı yüzünden belli tarihlerde otel fiyatları yükseliyor, yoğun doluluk yaşanıyor. Bu durum bilindiği halde hiçbir tedbir alınmadı. Virüsün yayılmasına sebep olacağı aşikâr olan bu gelişmeyi Millî Eğitim Bakanlığı ve diğer yetkililer niçin görmedi? Halbuki bu yaklaşımın istihdama, otellerin uzun süreli çalışmasına bir katkısı yok.

        Normal zamanda tartışmalı olan bu toptancı tatil yaklaşım Kovid-19 salgınında problemi kendi elimizle büyütmek anlamına geliyor. En azından kış tatili bölgelere göre 2 aylık bir zamana yayılarak, salgın dönemi daha kontrollü geçirilebilirdi. Turizm sektörüne de kontrollü bir katkı sunulurdu. Virüsün bu denli yayılma ihtimalinin de kısmen de olsa önüne geçilebilirdi.

        Tatil diye evinden, şehrinden ayrılıp, başka yerlere hareket eden, başka insanlarla bir araya gelenler virüsü daha fazla yayacak, Millî Eğitim Bakanlığı da öğrencileri tekrar evde tutmak zorunda kalacaktır. Dünyada tablo ortada. Mutasyona uğrayan virüs endişeleri daha çok artırdı. Avrupa’da alınan tedbirlere, yasaklara ve kısıtlamalara rağmen virüsün yayılmasının önüne geçilemiyor. Türkiye biraz önlem aldı. Tam iyileşme başlarken kış tatiliyle tüm tedbirler anlamsız hale gelecek gibi görünüyor. Baharı ve yazı bile tehlikeye atıyoruz.

        Rüzgâr santralleriyle çevre katliamı!

        Rüzgâr santralleriyle çevre katliamı!
        0:00 / 0:00

        Yenilenebilir enerjik kaynaklarında, özellikle rüzgâr enerji santrali (RES), jeotermal enerji santrali ve hidroelektrik santrali (HES) yatırımlarında çevreye dikkat edilmezse her türlü sıkıntı bizi bekliyor demektir. Türkiye’de müteahhitlerin ve yenilenebilir enerjiye yatırım yapanların böyle bir hassasiyeti maalesef yok. Mevzuatlarımız da sıkıntılı olunca her geçen gün farklı bir çevre katliamı haberiyle karşılaşıyoruz.

        Karadeniz’de HES’ler ile doğa mahvedildi. Ege’de jeotermal sular derelere, doğaya salındı. Balık ve canlı ölümleri yaşandı. Zehirlenmeler yüzünden derelerin biyolojik dengesi bozuldu. Ormanlar, su havzaları, çevre ve insanların yaşadığı alanlar dikkate alınmadan yapılan RES’ler ise bu ülkenin en ciddi meselesi. Daha önce bu konuyu defalarca yazdım. ‘Kötü bir rüzgâra kapıldık’ başlığı altındaki yazım önemli oranda bilinçlenme sağlamıştı. Ama değişen bir şey olmamış.

        İstanbul Çatalca’da ‘Binkılıç’ bölgesi, Çilingöz Tabiat Parkı’nda 1 milyon 26 bin metrekare Istranca ormanlarında ‘Universal Wind Enerji Üretim AŞ’ 44 adet RES kurmak için izinleri almış. Hürriyet’te Yalçın Bayer de bu konuyu gündeme getirdi. Istranca bölgesinde bu 44 adet RES sebebiyle yaklaşık 1 milyon 500 bin metrekare orman alan yok edilmeye başlanmış. Fayda zarar ilişkisi dikkate alınmadan RES’lerin dikileceği ormanlık alan içler acısı şekilde tıraş edilmeye devam ediyor. İstanbul’un su kaynağı, oksijeni adım adım mahvediliyor.

        Böyle enerji yatırımının neresi yenilenebilir? Ormanı, doğayı yok eden bir yatırımdan yenilenebilir diye bahsetmek mümkün mü? Astarı yüzünden pahalı bir yatırım. Geriye dönüşümü olmayan bir çevre katliamı. Ama kazananı müteahhit, kaybedeni İstanbul ve ülkemiz olan bir yatırım.

        Avrupa’da böyle bir RES yatırımı yapılabilir mi? Avrupa’da deniz üstüne, off shore alanlarda yapılacak RES’ler tartışılıyor. Avrupa bankaları ve ilgili kurumları bu tarz projelere destek verir mi? Ama Türkiye’de olunca ses çıkarmıyorlar. Danışmanlık, kredi ve ürün olmak üzere her türlü yardımı sağlıyorlar. Tabii onları rahatsız eder mi? Mahvolan Türkiye!

        Diğer Yazılar