Fatih Portakal, dün bir kez daha “En yakın rakibimize büyük fark atıyorduk. Rakipsiz olmak insanı boşluğa düşürüyor, bunaltıyor, amaçsız bırakıyor” dedi.
Tayyip Erdoğan yıllardır seçime giriyor ve en yakın yakın rakibine en az 15-20 puan fark atıyor.
Yeni sistemde ittifak siyaseti dengeleri değiştirse de, Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı’nın oy oranı başa baş olsa da, 2003’ten beri hiçbir seçimde tek başına Erdoğan’ın oyuna yaklaşabilen bir başka siyasetçi olmadı.
Portakal’ın sözlerini duyunca acaba Erdoğan’ın da ‘rakipsizlik sendromu’ yaşadığı, kendisini boşlukta hissettiği, anlam arayışına girdiği bir dönem olmuş mudur diye merak ettim doğrusu...
Selahattin Demirtaş, Ruşen Çakır’ın gönderdiği sorulara ilginç yanıtlar vermiş.
“Dışarıda olsaydım bir sabah Başak ile birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve ‘Kahvaltıya geldik’ derdim. Yıllar önce, Ankara’da, bir akşam Tayyip Bey’in evine neredeyse bu şekilde gidecektim. (Rahmetli Dengir Bey de bunu önermişti.) Ancak Sayın Erdoğan bizim açımızdan hep öngörülemeyen bir lider oldu. Bizimle insani, siyasi ilişki geliştirmede ketumdu” demiş.
Eğer Demirtaş o bahsettiği günlerde Tayyip Erdoğan’a “Seni Başkan yaptırmayacağız” diyerek şahsını hedef almak yerine, kendi deyimiyle “İnsan yönüne odaklanalım ki siyasi sorunlarımıza dair çözüm noktasında daha iyi anlaşabilelim” diye düşünseydi...
Ankara’da, bir akşam Erdoğan’ın evine ansızın gitseydi...
“Hepimiz bu acılı coğrafyanın bahtsız çocuklarıyız, nasıl olur da birbirimize düşman gibi bakarız?” deseydi...
Kandil, silah, hendek, terör, barış... Tüm meseleleri göz göze açıkça konuşsalardı...
“Kapımdan geçirmem, o önce terörle arasına mesafe koysun” da dememiş.
“Güneydoğu’da şöyle bir gelenek var, kan davalınız bile olsa kapınızı çaldığı zaman içeri alırsınız. Sonra kapıdan çıkıp gittikten sonra davanız devam eder” demiş.
Yani Akşener bu cümle ile öyle bir hassas denge kurmuş ki hem Demirtaş’ın insani zeminde buluşma teklifini geri çevirmemeyi hem de HDP ile kendisini yan yana getirmemeyi başarmış.
Siyasi iletişim açısından çok zekice buldum bu cevabını...
Salgın Türkiye’ye gelmeden önce “Aslında çoktan başladı ama hükümet gizliyor” diyenler vardı.
İlk vakalar görüldükten sonra “Ölümler açıklanandan çok daha fazla” iddiasında bulunanlar oldu.
Fakat kamuoyunun geneli açıklanan rakamlara inanıyordu.
Bilim kurulu oluşturulması memnuniyetle karşılanmıştı.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın kameralar karşısına geçip her türlü soruya titizlikle yanıt vermesi insanları rahatlatıyordu.
Tablo önce yükseldi, sonra düştü ve genel olarak hükümete karşı bir güven oluştu.
Şimdi rakamlar tekrar ciddi bir biçimde yükselişe geçti ama ilk döneme kıyasla kamuoyu algısında ciddi bir fark var.
Açıklanan rakamların gerçekleri yansıtmadığını, aslında durumun çok daha vahim olduğunu düşünenlerin sayısı giderek artıyor.
Sadece muhalif kesim değil AK Parti ve MHP seçmeni de yetkililere karşı inancını yitiriyor.
Yapılan kimi anketlerde de bu açıkça görülmeye başlandı.
Çünkü insanlar hastaneye korona belirtileriyle gitseler bile test yapılmadan geri çevrilebildiklerini, hastalığın en yakın çevrelerine kadar uzandığını, vefat edenlere farklı gerekçeler yazılabildiğini bizzat yaşayarak tecrübe ediyorlar.
Başta Sağlık Bakanı Koca olmak üzere tüm yetkililerin daha gerçekçi ve ikna edici davranması lazım, aksi halde salgın konusunda hükümete verilen destek kışa girmeden tersine dönebilir.
Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Detaylı bilgi almak için ‘Çerez Politikasını’ ve ‘Aydınlatma Metnini’ inceleyebilirsiniz.