Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Malum önümüzdeki hafta ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos’u ziyaret için İstanbul’a gelecek ama son dakika bir değişiklik olmazsa hükümetten kimseyle görüşmeden dönecek.

        Bloomberg’in bir Türk yetkiliye dayandırarak yazdığı habere göre, Pompeo, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'na “İstanbul’da görüşelim” demiş. Çavuşoğlu ise “Olmaz senin Ankara’ya gelmen lazım” diyerek tavır koyunca bu sefer de Pompeo reddetmiş.

        Öğrendiğime göre Pompeo Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan da randevu istemiş. Daha doğrusu “Erdoğan İstanbul’da olacaksa görüşebiliriz” demiş. Cumhurbaşkanlığı Pompeo’nun bu üstenci tavrını diplomatik teamüllere aykırı gördüğü için görüşme talebini geri çevirmiş.

        Aslında Cumhurbaşkanı liderlerle bazen İstanbul’da da görüşebiliyor. Demek ki mesele şehirden ziyade Pompeo’nun tavrıyla ilgili. Geçen ay Güney Kıbrıs’a kadar gelip Türkiye’yi pas geçmesi de görülmedik bir durum olarak yorumlanmıştı.

        Bu arada Biden’ın geçiş ekibi Ankara ile olası bir Erdoğan görüşmesi için temas kurmuş bile.

        Yani yeni konjonktürde Ankara’nın Pompeo’ya eyvallah etmesi için pek neden yok.

        Yine de çok iddialı yorumlar yapmayayım, bakarsınız sonra onlar görüşür biz yazdığımızla kalırız…

        Çeyrek asırdır aynı konularda debeleniyoruz

        Çeyrek asırdır aynı konularda debeleniyoruz
        0:00 / 0:00

        Youtube’daki 32. Gün Arşivi’ne Mehmet Ali Birand’ın efsane programlarından biri daha yüklendi bu hafta.

        Birand, Meclis’te siyasi parti temsilcilerini toplamış. Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş, Mesut Yılmaz, Şevket Kazan, Esat Kıratlı... Yani dönemin en önemli figürlerini bir araya getirmeyi başarmış... Kenan Evren de yayına telefonla bağlanıyor.

        Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’in “Terörle mücadele yasasının 8. maddesini referanduma götürelim” önerisini tartışıyorlar.

        O programı izleyince şunu düşündüm; Türkiye’de bazı şeyler çeyrek asırdır hiç değişmemiş.

        O gün de Yaşar Kemal gibi aydınların, sanatçıların yargılanmasını, hapsedilmesini konuşuyormuşuz, bugün de aynı dertten mustaribiz.

        O günün konusu olan meşhur 8. madde değişti ama Terörle Mücadele Yasası bugün de düşünce özgürlüğüne ket vuruyor ve tıpkı o günlerde olduğu gibi bugün de AB ile ilişkilerde gerilime neden oluyor.

        Tabii aradan geçen zamanda değişen şeyler de var...

        O günlerde liderler televizyona birlikte çıkabiliyor ve tansiyon ne kadar yükselirse yükselsin nezaketle konuşabiliyorlarmış.

        Siyasetçiye sorulamayacak soru diye bir şey yokmuş, rahmetli Birand lafını hiç esirgemiyormuş.

        Özgürlükleri en net biçimde savunan, terörle mücadele yasasına da devlet güvenlik mahkemelerine karşı çıkan Refah Partisiymiş.

        Bu yazıda bir de Cüneyt Özdemir’in hakkını teslim etmeliyim. O gün de genç yaşına rağmen vicdandan, adaletten, özgürlüklerden yana iyi gazetecilik yapıyormuş, bugün de yapıyor.

        Aslında bu arşiv meselesini göz önüne alarak siyasetçiler ve medya mensupları olarak kendimize şunu sormalıyız: Şimdi söylediklerimiz, savunduklarımız 25 yıl sonra karşımıza çıkınca kendimizle gurur duyabilecek miyiz, yoksa utanacak mıyız?

        Ve daha önemlisi Türkiye hâlâ aynı kısır tartışmalar etrafında patinaj yapmaya devam mı edecek yoksa düşünce özgürlüğünün önünü sonuna kadar açmış, ileriyi teknolojiyi yakalamış müreffeh, demokratik ve medeni bir ülke mi olacağız?

        Bu arada “Ekonomi, hukuk ve demokraside reform seferberliği başlatıyoruz" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ve AK Parti kurmaylarına, Birand'ın programını izlemelerini tavsiye ederim. Şevket Kazan’ın o gün özgürlükleri her şeyin üstünde tutan yaklaşımını görünce bazı eski değerlerini hatırlarlar belki...

        Üniversitelere de reform lazım

        Üniversitelere de reform lazım
        0:00 / 0:00

        Gün geçmiyor ki üniversitelerle ilgili absürt bir haber okumayalım.

        Daha önce Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nin bilimsel araştırmalar için ayrılan kaynaklar ile mutfak araç gereci alması rezaleti üzerine yazmıştım.

        Dün de Konya Karatay Üniversitesi’nin kişiye özel atama ilanı gündeme geldi. Üniversite Tarih bölümü için açtığı kadroya, “İlahiyat mezunu olmak” koşulu koymuş.

        İnönü Üniversitesi’nin de Karaciğer Nakli Anabilim Dalı Yüksek Lisans programı için “İlahiyat fakültesi mezunu olmak” şartı getirmişti. Altını çiziyorum, karaciğer nakli...

        Bakın burada mesele ne ilahiyat ne ideoloji…

        Sadece ve sadece “Liyakat gitti, torpil geldi” meselesi…

        Pek çok fakülte vasıfsız yöneticilerin çiftliğine dönüşmüş durumda.

        Hazır iktidar ekonomi, hukuk ve demokraside reform diyorken bazı üniversitelerdeki yozlaşmış zihniyete de çeki düzen vermeyi düşünürler mi acaba?

        Diğer Yazılar