Adalet Bakanı Abdulhamit Gül'ün "Klavye başına geçip sosyal medyada bana her gün tutuklama siparişi verenlere sesleniyorum: Kimse yargıya parmak sallayamaz" sözleri dün gündeme damgasını vurdu.
Aslında Bakan Gül daha önce de sosyal medyada her hafta bir yenisi eklenen #tutuklansın ya da #serbestbırakılsın kampanyalarını eleştirmişti.
Fakat bu seferki sözleri annesine küfreden zanlının serbest bırakılmasına tepki gösteren İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya karşı bir yanıt olarak yorumlandığı için etkisi çok büyük oldu.
Tesadüf müdür yoksa Bakan Soylu’ya karşı bir ima da barındırıyor mudur bunu net olarak bilmemiz zor ama cümleleri arasında “Bu tür değerlendirmelere bazen teknik uzmanlığını varsaydığımız kişilerin de iştiraki düşündürücüdür. Yargı kimsenin sıfatına bakmaz, kanun önünde herkes eşittir. İster yürütmede ister yargıda görev üstlenmiş olsun hepimiz yasa tenfiz memurlarıyız” demesi bu ihtimali artırıyor.
Annesi 45 gündür ağır hasta olan Soylu’nun duygusal bir tepki vermesini elbette anlıyoruz. Bu vesileyle acil şifalar dileyelim…
Öte yandan hedefinde Bakan Soylu olsun ya da olmasın Abdulhamit Gül’ün sözleri özü itibarıyla doğru çünkü 2 yıla kadar hapis cezası gerektiren bir suçta tutuklama yasaksa, hakaret suçu da bu kapsamdaysa mağdur ayrımı yapılamaz. Hakarete uğrayan bu duruma elbette isyan edebilir ama yapılacak tek şey ilgili yasayı gözden geçirmek olabilir…
Zaten sosyal medyanın adalet dağıtan mahkemelere dönüşmesi başlı başına bir problem. Fakat bu noktaya birdenbire gelmedik.
Bakan Gül'ün söylediği gibi, “Kaynar kazanı döküyor serbest kalıyor, süt kazanına giriyor tutuklanıyor.”
Toplum vicdanını yaralayan bu tür kararlar karşısında halkın isyan etmesi anlayışla karşılanmalı…
Ben Bakan Gül’ün yargı reformu konusunda da son derece istekli olduğunu, siyaseten de bunun mücadelesini yürüttüğünü düşünüyorum.
Ama bilmeli ki yargıya güveni inşa etmek hiç kolay olmayacak…
Bakanların da kabul ettiği gibi yargıda sorunlar olduğu açık.
İlkin, FETÖ'nün 2016'ya kadar zehirli bir ur gibi yargı örgütüne sızıp neredeyse ele geçirmesi ve yargı örgütünü bir operasyon aracı olarak kullanması...
Daha sonra bu örgütten arınmak için yargı örgütünden zorunlu olarak 5 bin civarında hakim savcının ihracı (yargı teşkilatının üçte biri)...
Ve bunların yerine son üç yılda liyakat değil sadakat esaslı 13 bin civarında (korkunç bir oran)hakim savcı alınması... Ki önemli bir kısmı avukat, parti mensubu, çeşitli mecralardan ve tarikat, cemaat gibi çevrelerden referanslı kişiler...
Böylesine korkunç bir altüst oluş geçiren yargı teşkilatından bağımsız, adil ve nitelikli bir yargı faaliyeti beklemek zaten imkansız.
Tek odaklanmanın siyasi beklentilerin karşılanıp karşılanmadığı olan bir yargı teşkilatından yüksek ve evrensel standartlarda bağımsız ve tarafsız bir yargı faaliyeti beklemek hayalden de öte bir safdillik olur. Bunu bilelim.
Bu arada süt kazanına giren adamın yaptığını da hafifletmemek lazım. Sonuçta evinin küvetine marketten aldığı sütü doldurmadı, içtiğimiz sütleri toplayan firmada yaptı bu iğrençliği! Toplum sağlığına direkt tehdit söz konusuydu yani…