Ali Babacan'ın AK Parti kompleksini aşması lazım
Ali Babacan’ın Murat Sabuncu ve Nihal Bengisu Karaca’ya yaptığı açıklamaları okurken fark ettim ki karşımızda geçen yıla göre daha gerçekçi bir siyasetçi var.
Kendi liderlik performansı ve partisinin toplumdaki algısıyla yüzleşmiş, partisinin bugüne kadar izlediği çizgiyi değiştirmek için adımlar atacak gibi görünüyor.
Aslında Deva Partisi’ni kurmadan önce bugünkünden çok daha büyük bir Babacan rüzgârı esiyordu. AK Parti’den yüzde 15 civarında oy koparma potansiyeli olduğu, hatta yeni Cumhurbaşkanı adayının kendisi olacağı konuşuluyordu. Televizyon kanallarına her çıktığında büyük reyting alıyordu. Ne söyleyeceği merak ediliyordu.
Tüm bu ilginin arkasında AK Parti tabanına hitap edecek temiz ve taze bir parti kurması senaryosu yatıyordu.
Oysa partinin kuruluş sürecinden itibaren bu beklentiyi karşılayan bir performans ortaya koyamadığı gibi potansiyelini de kendi elleriyle eritti.
Bana göre bunun nedeni çok net, Babacan AK Parti’nin devamı gibi görünmeme meselesini kafasında öylesine büyüttü ki ortaya liberal bir Yeşiller partisi çıkardı.
Çizdiği çerçevedeki ‘elegant’ siyaset ve iletişim stratejisi yüksek eğitimli kesim için sempatik görünse de Türkiye sosyolojisinde karşılık bulamadı, kitleleri peşinden sürükleyecek bir etki yaratmadı.
Seküler kesimde oluşan Babacan sempatisi kendisine oy olarak dönmediği gibi muhafazakâr kesimin de onu içeriden biri gibi görmesini engelledi.
Muhalif seçmen için fazlasıyla AK Parti çağrışımlı, AK Parti tabanı içinse fazla ‘kokmaz bulaşmaz’ bir pozisyonda kaldı.
Kavgadan ve tartışmalardan uzak durayım derken güçlü lider karizması oluşturamadı.
Kendisinden beklenen ekonomi meselesi ile alakalı bile güçlü bir çözüm planı ortaya koyamadı.
Son günlerde verdiği demeçler işte bugüne kadar izlediği siyasetin etkisizliğiyle yüzleştiği izlenimi uyandırdı bende.
Daha iyi tanınan, bilinen, kendi özgün kimliğini oturtmuş bir parti olma hedefinden söz etmiş, Anadolu’da Deva Partisi’nin yeterince tanınmadığını anlatmış.
İşte bu kendi özgün kimliğini oturtma meselesi gerçekten de kritik.
Dindarlık, sekülerlik, milliyetçilik, sağcılık, solculuk, Atatürkçülük, Kürtçülük gibi kavramlar bugün hâlâ Türkiye’deki seçmen davranışlarını belirliyor.
Babacan’ın seküler kesimden oy alması imkânsız, oradaki pasta fazlasıyla bölüşülmüş durumda. Büyük beklenti içerisine girdiği genç seçmen de –kimileri aksini iddia etse de- tercihini kimlik siyaseti üzerinden belirliyor.
Demokrasi ve özgürlük vaadi de sadece dar bir kesimi ilgilendiriyor; onların da partisi ve oyu belli.
Popülizmi sevmeyebilirsiniz ama günün sonunda siyaset kitlelerle yapılan bir iştir.
Zaten son günlerde Babacan’ın dümeni kıracağı yöne dair işaretler görüyoruz. Saha çalışmalarına AK Parti’nin kalesi olarak görünen İstanbul Sultanbeyli’den başlaması ve 30 Ağustos tartışmalarına ilişkin, “Neredeyse her milli bayramımızda Türkiye’nin dindar insanları adeta bir sınava çekiliyor. Milli günlerimiz üzerinden bu ülkenin dindar vatandaşlarına göndermeler yapılmasına izin vermeyiz” sözleri tesadüf değil.
Eğer ki bundan sonra Twitter’da müzmin muhalif kesimden gelen eleştirilere fazla aldırmadan, dindar görünmekten korkmadan ve esas rakibinin Tayyip Erdoğan gibi çok güçlü bir figür olduğunu unutmadan hareket ederse AK Parti’ye oy vermekte kararsız olan seçmeni kendisine çekebilir.
Ama dediğim gibi öncelikle siyaset yaptığı ülkenin İsviçre olmadığını kabullenmesi gerekiyor.