Türk diplomatlar sayesinde kazanan Erdoğan oldu
10 ülkenin büyükelçisinin Türkiye’ye Osman Kavala ile ilgili AİHM kararına uyma çağrısı yapmasının ardından tırmanan bir krizin nasıl ustalıkla kontrol altına alındığını izledik son 24 saat içinde...
Öncelikle şunu belirtmek lazım ki büyükelçileri kınamak ile istenmeyen kişi ilan etmek arasındaki makas farkı çok fazlaydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrika seyahati dönüşü “Bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz" demesi, daha sonra açıkça 'persona non grata' ilan edilmeleri için talimat verdiğini söylemesinin Dışişleri’ndeki ve Külliye’deki yakın ekibini bile şaşırttığını ifade etmek yanlış olmaz.
Eğer ki Cumhurbaşkanı bu talebinde ısrarcı olsaydı ABD, Almanya, Fransa ve Kanada dahil olmak üzere 10 Batı ülkesiyle derin bir kriz yaşayacaktık. Onlar da karşı adım olarak bizim büyükelçilerimizi gönderecekti. Ticari ilişkiler durma noktasına gelecek ve ekonomimiz için ağır bir tablo ortaya çıkacaktı.
İşte bu bedeli ödemek ile Erdoğan’ın talimatını yerine getirmek arasında sıkışan diplomasi ekibi, tabiri caizse zoru başardı. Türkiye’nin değil, bildiriye imza atan 10 ülkenin geri adım atmasını sağladı.
Dün Dışişleri Bakanlığı’ndan önemli bir isimle olayın arka planı üzerine konuştuk. Büyükelçilerin bildirisi için “Yaptıklarının izah edilecek tarafı yok. Tepkimizi görünce paniklediler ve arayışa girdiler” dedi.
"Türkiye de başka ülkelerdeki insan hakları ihlalleri ile ilgili açıklamalar yapıyor. Kendisine yöneltilen bu eleştiri karşısında neden en yüksek tepkiyi verdi?” diye sordum.
“Özellikle Nordik ülkeler insan hakları konusunu içişlerine müdahale olarak görmüyorlar ama onun da bir adabı, yeri vardır.
ABD Washington’da basın açıklaması yapsaydı ona göre bir yanıt verirdik. Aslında bu konuların konuşulabileceği yer Strasburg’daki Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi'dir. AİHM kararına uyulmadığını düşünüyorsanız bunu Strazburg’da dile getirebilirsiniz ama bulunduğunuz ülkede kolektif bir sosyal medya hareketi yapamazsınız.
Aslında bunun yanlış olduğunu onlar da biliyor. 10 ülke bir araya gelerek 'shield effect' (koruma kalkanı efekti) yaratmak istediler. 'Bize bir şey olmaz' diye düşündüler.
Konu Kavala olduğu için değil; prensip olarak bu tür açıklamalara karşı çıkmak gerekir. Biz müstemleke ülkesi değiliz ki ders almayı kabul edelim... Bir defa 'Eyvallah' derseniz, benzer tutumlar başka konularda da gelir. Yönetimde hangi partinin olduğu fark etmez, bu bir beka meselesidir” yanıtını aldım.
Bir başka dikkat çeken durum da büyükelçilerin yeni açıklamasında İngilizce ve Türkçe metinler arasındaki anlam farklılığıydı.
İngilizce metnin doğrudan tercümesi, elçilerin ilk açıklamasının Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesi ile uyumlu olduğuna işaret ediyordu.
Yine onların yayınladığı Türkçe metin ise "ABD, diplomatik ilişkiler hakkındaki Viyana Sözleşmesi'nin 41. maddesine riayet etmeyi teyit eder" şeklindeydi.
Bu cümle, “İçişlerinize karışmayacağımızı teyit ediyoruz” manasında açık bir geri adım gibi görünüyordu.
Büyükelçilere ikinci bir açıklama yaptırmayı kabullendirmek kadar, Türkçe metinde böyle bir ifade kullanmalarını sağlamak da bir diplomasi trafiğinin sonucu belli ki...
Dün konuştuğum isme bu farklılığı da sordum.
Metin üzerinde karşılıklı olarak birkaç kez çalıştıklarını anlattı.
“Eski pozisyonlarında ısrar ediyor olsalardı, bugün bu açıklamayı yapma gereği de duymazlardı. Dolayısıyla bu bir geri adımdır” dedi.
Dünkü yazımda “Büyükelçiler istenmeyen kişi ilan edilir ve ortaya büyük bir maliyet çıkarsa ikinci bir 'One minute' etkisi yaratmaz. AK Parti tabanı da atılan adımı sorgular” demiştim.
Gerçekten de iktidar bu meseleden büyük yara alabilirdi. Tam aksi oldu.
Diplomatların becerisi sayesinde tansiyon hızla düşürülmekle kalmadı, Erdoğan bu meseleden -sürpriz şekilde- kazançlı çıktı.
Seçmeni gözünde 'dünyaya meydan okuyan, Batı’yı dize getiren lider' imajını tazeledi.
Bu diplomatik sıkıntının, çok büyük bir diplomatik krize dönüşmeden, atlatılmasında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'ın yoğun ve koordineli çalışmasının önemli etkisi var.
Tabii bütün bunlar, varsayımlar üzerinden yıllardır tutuklu olan Osman Kavala ile ilgili vicdanlarda şüphe bırakmayacak adil bir yargılama yapılması ihtiyacını ortadan kaldırmıyor.
Dünyanın içişlerimize burnunu sokmasını istemiyorsak, buna zemin yaratacak anti-demokratik uygulamalara da geçit vermemeliyiz.