Gezi davasında siyasi intikam için hukuk araç kılınıyor
Eylül 2012’de Balyoz davasında emekli generallere ağırlaştırılmış müebbet cezası verildiği günü dün gibi hatırlıyorum.
O günlerde bu kararın ağır bir hukuk ihlali olduğunu söyleyenlerin çağrıları karşılık bulmuyordu.
Siyasi konjonktür değişti ve davanın FETÖ kumpası olduğu ortaya çıktı. 2019 yılında tüm sanıkların beraatine karar verildi.
Aynı süreç Ergenekon davasında da yaşandı. Ağırlaştırılmış müebbet cezalarıyla başlayan yargılama, 'Ergenekon örgütü' adı altında bir örgüt olmadığı için 235 kişiden oluşan sanıkların tümünün beraatiyle sonuçlandı.
Türkiye 2010’lu yıllarını bu iki davanın utancıyla geçirmişken şimdi Gezi davası ile ilgili benzer bir haksızlığa yeniden şahit oluyoruz.
Bin 637 gündür deliller değil zanlar üzerinden tutuklu olan Osman Kavala’nın artık serbest bırakılmasını beklerken ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırıldığını öğrendik.
Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay ve Yiğit Ali Emekçi'ye ise hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım etmekten 18’er yıl hapis cezası verildi ve tutuklandılar.
Oysa aynı dava 2020 yılında görülmüş ve beraat ile sonuçlanmıştı.
Siyaseten birilerinin hoşuna gitmeyince tekrar ısıtıldı. Olmayan deliller üzerinden ceza yağdırıldı.
Bu tabloya sevinenler dahi kararın hukuki değil siyasi olduğunu biliyor.
Siyasi intikam için hukuk sadece araç kılınıyor.
Yargının siyasetin emrinde olduğu ya da siyasetin sadece isteklerine değil ayrıca niyetlerine de hizmet sunduğu bir ülkede hukukun üstünlüğünden söz edilemez.
Tıpkı Balyoz ve Ergenekon gibi bu davanın da en sonunda beraat ile sonuçlanması kaçınılmaz.
Keşke adaletin yerini bulması için siyasette rüzgârın değişmesine mecbur olmasaydık.