Yayın yasağı ve bant daraltma kararı
Dün Taksim İstiklal’de meydana gelen terör saldırısının ardından kısa bir süre sonra RTÜK, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın talebi üzerine yayın yasağı getirildiğini duyurdu.
İstanbul öyle bir metropol ki panik yaratacak yalan bir haberin yayılması bir anda şehri alt üst edebilir.
Yanlış bilgi verilmemesi, endişenin büyütülmemesi, olay yerinden kanlı görüntülerin paylaşılmaması ve en önemlisi de faillerin yakalanmasını engelleyecek bilgilerin paylaşılmaması açısından medyayı sorumlu bir yayıncılığa davet etmek doğrudur, yerindedir.
Zaten Türkiye medyası böyle anlarda ne yapması gerektiğini bilecek olgunluktadır.
Dünyanın neresinde olursa olsun böylesine alçakça bir terör eylemi meydana geldiğinde televizyon kanalları yayın akışını yıkar ve sıcak bölgede olup biteni izleyicilerine aktarmaya çalışır.
Halkın haber alma hakkına saygı göstermenin gereği de budur.
Ama yayın yasağı getirip haber kanallarını sıradan gündelik haberleri vermeye yönlendirirseniz insanlar bu sefer alternatif yollardan ne olup bittiğini öğrenmeye çalışır ki bu çok daha tehlikelidir.
Nitekim dün olayın gerçekleştiği ilk saatlerde televizyon kanalları yayın yasağıyla habercilik refleksi arasında sıkışıp kalınca insanlar bu sefer sosyal medya üzerinden gerçeği öğrenmeye çalıştı.
Baktılar orada iş çığırından çıkıyor, bu sefer de bant daraltma kararı ile Twitter, Instagram ve Facebook gibi mecraların fişini çektiler.
Yabancı ülkelerde klavye başına geçen herkes bir şeyler yazıp başka türlü bir dezenformasyona yol açtı.
Kural koyup meşru ve anlaşılır sınırlar çekmek ve yalan haber yayanları cezalandırmak ile topyekun yasak getirmek arasında kocaman bir fark var.
Bizi üçüncü dünya ülkesi haline getirecek şey terör eylemlerine maruz kalmamız değil, benzer bir saldırı New York’da, Paris’te, Londra’da meydana geldiğinde demokratik yönetimlerin aldığı önlemlerden farklı önlemlere yönelmemiz olur.
Bant daraltmanın hukuki dayanakları ve gelecekte hangi durumlarda uygulanacağına dair soru işaretlerine girmiyorum bile...