Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bugün 6’lı masa yeni anayasa teklif metnini açıklıyor. Aslında bu metnin temel ilkeleri üzerinde uzun süre anlaşmışlardı. Şimdi detaylandırıyorlar.

        Türkiye’nin demokratikleşmesi adına elbette anayasanın değişmesi gerekiyor ama halkın muhalefetten beklentisi ve önceliği bu mu deseniz cevabın ‘Hayır’ olduğuna şüphe yok.

        Seçim için artık en fazla 7 ay kaldı. “En fazla” diyorum çünkü Mayıs’ta yapılması ihtimali de var. Hatta Ali Babacan Mart’ta bir baskın seçim ihtimalinden bile söz etmiş.

        Asgari ücrete yapılacak zammın etkisi geçmeden ve Aralık’ta baz etkisiyle düşecek enflasyon yeniden yükselmeden seçim yapılmayı isteyebilir iktidar.

        Cumhurbaşkanı’nın yeniden aday olup olamayacağına ilişkin hukuki tartışmalar da bertaraf edilmiş olur.

        Her halükarda seçime aylar kaldı ve 6’lı masa için zaman daralıyor.

        Açıktan konuşulmasa da bu 6 ayda aşmaları gereken üç kritik eşik var: geçiş süreci protokolü, koalisyon protokolü ve aday...

        Sıkça adayı konuşuyoruz ama 6’lı masanın uzlaşmakta en az onun kadar zorluk yaşadığı mesele ilk ikisi...

        Geçiş süreci protokolü ile seçim sonrası senaryolar üzerinde anlaşmaya çalışıyorlar. Gösterecekleri aday kazanırsa hangi yetkileri kullanıp hangilerinden feragat edecek? Meclis’te 360 milletvekili çıkarabilirlerse parlamenter sisteme geçiş referandumu ne zaman yapılacak? Cumhurbaşkanı yeni sistemde devam mı edecek yoksa yeniden sandık mı kurulacak? 5 yıl içinde kaç seçim olacak? Meclis’te yeterli çoğunluğu bulamazlarsa mevcut sistemle devam mı edilecek? Bunun gibi kritik konular üzerinde uzunca bir süredir çalışıyorlar ama henüz neticeye varamadılar.

        Bu mesele kritik çünkü bu konuda uzlaşı olmazsa DEVA Partisi ittifakta yer almayacağını söylüyor.

        Yani ortada henüz kesin bir ittifak yok anlayacağınız.

        İkinci kritik eşik ise koalisyon protokolü ve hükûmet programı. Eğer ki geçiş sürecinde anlaşır ve ittifaka dönüşürlerse, seçimi kazanmaları durumunda bakanlıkları ve önemli bürokratik mevkileri aralarında paylaşmaları gerekecek. Muhtemelen asıl kıyamet de orada kopacak. Ekonomi yönetimini Babacan mı devralacak yoksa İYİ Parti kurmayları mı? Bakanlık sayısı eşit mi dağıtılacak yoksa partilerin oy oranına göre mi? Hangi vaatlerle halkın karşısına çıkacaklar? Dış politika, sağlık, eğitim... Temel politikaları neler olacak?

        Bu iki zor eşiği aşan bir 6’lı masa aday belirleme işini haydi haydi yapar.

        Yani kamuoyunda zannedilenin aksine anlaşamadıkları konu aday meselesinden ibaret değil.

        Akşener'in vaadi nasıl birden Kılıçdaroğlu'nun oldu?

        Akşener'in vaadi nasıl birden Kılıçdaroğlu'nun oldu?
        0:00 / 0:00

        Muhalefet partileri ekonomi konusunda somut çözüm önerileri sunmuyor eleştirileri karşısında geçen yıl İYİ Parti iki proje açıklamıştı.

        Vergi kaçaklarını önlemeyi vadeden Artagan ve okullarda iki öğün ücretsiz yemek dağıtılmasını öneren Rüzgar Gülü...

        Ne var ki iki proje de halka tam anlatılamadı. Güçlü iletişim kampanyalarıyla sokaktaki herkesin duymasını sağlayamadılar. Rüzgar Gülü’nü bir temiz enerji projesi zannedenler oldu. Artagan ise hiç anlaşılamadı.

        Aradan bir yıl geçti. Yükselen gıda fiyatları ve enflasyon neticesinde öğrencilerin okul kantininden alışveriş yapmakta zorlandığı hatta açlıktan bayılan çocuklar olduğu iddia edildi.

        Bu sefer İYİ Parti önerisini seçim vaadi olmaktan çıkarıp, hemen hayata geçirilmesi için bir adım attı. 3 Kasım’da TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi görüşmelerinde, devlet okullarında okuyan öğrencilere sabah kahvaltısı ve öğle yemeği verilmesi için bütçenin artırılmasını teklif etti.

        Belli ki diğer muhalefet partileri de bu teklife destek verdi ama haberler şu şekilde çıktı: “CHP, İYİ Parti ve HDP'li komisyon üyelerinin verdiği okullarda ücretsiz yemek teklif AK Parti ve MHP'nin oylarıyla reddedildi”.

        İYİ Parti Lideri Meral Akşener sonraki gün grup konuşmasında konuya değindi. "Geçtiğimiz günlerde Ankara milletvekilimiz Durmuş Yılmaz ile Erzurum milletvekilimiz Naci Cinisli beyler, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı'na İYİ Parti olarak teklifimizi sundular. Bu teklif ilkokul, ortaokul ve lisede okuyan, 16 milyon öğrencimize hiç değilse günde 1 öğün yemeğin okullarda ücretsiz olarak verilmesinin teklifiydi. Bu iktidar bizim çocuklarımıza 1 doları bile çok gördü! Yazıklar olsun!" dedi.

        Aradan 3 hafta geçti. Önceki akşam CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu evinin mutfağından yeni bir video çekti. Okullarda yoksul öğrencilerin beslenme sorunu yaşadığından söz etti. Ve şöyle dedi: “Yol arkadaşlarıma söyledim. Meclis’te bu konuda bir destek isteyelim. Çocuklarımıza öğlen ücretsiz yemek verilmesine yönelik bir önerge verelim dedim ve arkadaşlarım verdiler. Peki ne oldu? AK Parti ve MHP oylarıyla bu önergemiz reddedildi diye devam etti...

        Ve sonuçta bu videoyu izleyen 1 milyon kişi okullarda bir öğün ücretsiz yemek fikrinin Kılıçdaroğlu’na ait olduğunu düşündü.

        İYİ Parti ve CHP aynı ittifakın içinde. Fakat bir o kadar da rekabet içindeler.

        Bir proje üretmek kadar o projenin iletişimini güçlü biçimde yapmak ve başka partilere kaptırmamak da önemli.

        İki parti arasına nifak sokmak gibi bir niyetim yok. Zaten mühim olan çocuklarımızın açlık çekmemesi ise buna tüm partiler destek vermeli.

        Fakat siyasi nezaket adına Kılıçdaroğlu “İYİ Parti bu meseleyi bir yıldır gündemde tutuyor biz de destek veriyoruz ama iktidar mani oluyor” dese daha şık olmaz mıydı?

        Kalem sevgisi değil adeta hastalık -1

        Kalem sevgisi değil adeta hastalık -1
        0:00 / 0:00

        Geçen yıl bir akşam yayın çıkışı hafif bir kırgınlık hissedince bizim kanalın yanındaki özel hastanenin acil servisine gittim. Acil şefi Doktor Emir Bey muayene etti. Mühim bir şey olmadığını söyleyip birkaç ilaç yazdı. Fakat tam yanımdan ayrılacakken, başını hafif omzuna doğru eğerek acıklı bir ses tonuyla “Kübra Hanım siz de bizim hastalığa düşmüşsünüz” dedi.

        Dikkatle yüzüne baktım. Aklımdan saniyeler içinde türlü kötü senaryolar geçiyordu ki ekledi: “Sizde de başlamış dolmakalem hastalığı!”

        “Ha” diye gülümsedim, “O mu?"

        Meğer Youtube’da kalem ve defter merakımı anlattığım röportajı izlemiş.

        Kendisi de her haftasonu Feriköy’deki antika pazarına gidip oradaki meşhur ikinci el dolmakalemciden özel parçalar topluyormuş.

        Kalem koleksiyonerleri bir araya gelerek Facebook’ta bir grup kurmuşlar.

        Sonra o videoyu izleyen başkaları da çıktı karşıma. Yeni insanlarla tanıştım. Hepsi de “Bu bir hastalık Kübra Hanım” diye başlıyordu söze…

        Derken bundan 6 ay kadar önce aynı dertten mustarip olan Beyoğlu Belediye Başkanı Haydar Ali Yıldız 50 kişilik özel bir toplantı düzenleyerek bizi bir araya topladı.

        Beyoğlu’nda bir dolmakalem müzesi açma hayalinden söz etti. Koleksiyonerlerin ve sektör temsilcilerinin önerilerini dinledi.

        Toplantıya kalem tutkusuyla tanınan gazeteci Doğan Hızlan, yazar Mario Levi, Meclis Başkanı Mustafa Şentop, Eski Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da gelmişti.

        Doğan Hızlan, Nabi Bey’e kaptırdığı bir dolmakalemin hikayesini anlatınca epeyce güldük.

        Tabii asıl heyecan verici olan adını pek bilmediğimiz esaslı koleksiyonerleri ve elde üretim yapan genç girişimcileri tanımaktı.

        Sıra bana gelince doktor Emir Bey ile yaşadığımız diyaloğu ve son yıllarda bu hastalığa yakalan herkesin bir şekilde birbirini bulan bir komüniteye dönüştüğünü anlattım. Bir de öneride bulundum: Acaba bir Türk Kalem Cemiyeti mi kursak? Elbette siyaset üstü olması kaydıyla…

        Bu fikrim çok sevildi. Haydar Ali Bey hayata geçireceğini söylüyor. Bakalım, göreceğiz.

        İşin latifesi bir yana Türkiye’de ciddi manada kalem tutkunu var. Üstelik bilgisayar çağında olmamıza inat gençler arasında da bu ilgi yayılmaya başladı.

        Size Türkiye’nin en iyi “nib meister”ı yani uç uzmanı Ahmet Çarpık adında 21 yaşında bir genç desem inanır mısınız? Hele bir de 19 yaşındaki dolmakalem tamircisi Hakan Ünal var ki herkesi kendine hayran bırakıyor.

        40 yıllık koleksiyonerler dolmakalemlerini tamir için artık bu iki gence emanet ediyor.

        Tüm bu bahsettiğim isimlerle bu haftasonu Faruk Atalar’ın 3. kez düzenlediği dolmakalem fuarı Pen Fest’te buluştuk.

        Orada yaşanan ilginç anları ve Türk dolmakalem girişimcilerinin çabalarını bir sonraki yazıda anlatacağım. Bu bir nevi konuya giriş olsun…

        Diğer Yazılar