Ecevit'in o sözünü bugün kaç siyasetçi dinliyor?
Dün Nilay Örnek’in Nasıl Olunur adlı ilham verici podcast serisinde gazeteci ve eski operacı Nurcan Akad ile yaptığı söyleşiyi dinlerken bir cümle beni acayip etkiledi. “Çok sesli müziğe alışkın bir kulak toplumdaki sesleri de daha iyi duyabiliyor” dedi Akad. Bir an kendi klasik müzik ilgimi düşündüm, gazetecilikte beni besleyebileceği o ana kadar hiç aklıma gelmemişti.
Sonra Instagram’da başka bir söz çıktı karşıma. Gazeteci Gürkan Hacır rahmetli Bülent Ecevit’in bir videosunu paylaşmış. Aynı zamanda şair olan Ecevit, “Elbette her politikacının şiir yazması veya beste yapması beklenemez. Ama bence bir politikacının yaşamı politikadan ibaret olursa ondan politikada da hayır gelmez. Çünkü politikanın konusu ve amacı insandır. İnsan da tek boyutlu bir varlık değildir. Onu değişik açılardan görebilmesi gerekir politikacının. Onun için politikacının politika dışında ilgi alanları olmalıdır. Bu onun gereğinde bir görevden ayrılmasını da kolaylaştırır. Başka bir dünyası varsa o dünya gerektiğinde ona yetebilir” diyor.
Bu sözleri duyunca Bülent Ecevit’e olan saygım katbekat arttı. Aslında kendisi de hayatında politikayı zamanında bırakabilmiş biri değildi. Fakat bu sözlerinin doğru olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Aslında Osmanlı döneminde padişahlar yetiştirilirken farklı ilgi alanları olmasına büyük önem veriliyormuş.
Fatih Sultan Mehmed iyi bir bahçıvanmış, kuyumculuğa ilgisi varmış. Şiir de yazarmış. II. Abdülhamid usta bir marangozmuş. Sultan Abdülaziz ve V. Murat’ın klasik Batı müziğine ilgisi büyükmüş. Valsler ve marşlar bestelemişler.
Mustafa Kemal Atatürk de iyi bir müziksevermiş. Dans etmeyi sever, dünya modacılarını yakından takip edermiş. İsmet İnönü ise atçılığa ve satranca meraklıymış. Ayrıca viyolonsel çalarmış.
Bugün kaç siyasetçimizin hayatında bu zenginlik var? Aynı zamanda bir ressam ve yazar olan Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, profesyonel düzeyde fotoğraf ve halk müziğiyle ilgilenen İbrahim Kalın, öykü kitapları yazan Selahaddin Demirtaş gibi istisnai birkaç örnek; bir de Zülfü Livaneli, Sırrı Süreyya Önder, Arif Sağ gibi sanattan gelip siyasete girenler dışında kaç kişi sayabiliriz?
Dünyada da Türkiye’de de politikacılar son derece renksiz ve tek boyutlu hayatlar yaşıyorlar.
İlgi alanlarını sorduğumuzda en fazla “Kitap okuyorum, torunlarımla oynuyorum, yemek yapıyorum” diyebiliyorlar. Bunlar gerçek manada ilgi alanları değil, zaten hayatın olmazsa olmazları...
Bir gün politikayı bırakmak zorunda kalırlarsa yok olup gideceklerini düşündükleri için de koltuklarına yapışıyorlar.
ORTA BLOK 7. SIRADA OTURAN 8 KADIN
Aslında bu durum sadece politikacılar için değil, Ecevit’in deyimiyle konusu ve amacı insan olan gazeteciler için de geçerli. Fakat neyse ki gazetecilerin bu konudaki karnesi çok daha başarılı.
Övünmek gibi olmasın ama kendime de bu manada iyi not verebilirim.
Nurcan Akad gibi profesyonel düzeyde olmasa da bir dinleyici olarak 20’li yaşlarımdan beri her kış Perşembe veya Cuma akşamları adeta bir görev gibi klasik müzik konserlerini takip ediyorum. Geçen gün 2010-2011 yılına ait İstanbul Senfoni Orkestrası’nın sezonluk abonman kartı geçti elime.
O sene çok renkli bir konser grubumuz vardı.
Yaşları 70 ila 80 arasında değişen İstanbul’un eski kuşak ailelerinden 8 özel kadınla birlikte Fulya Kongre merkezi ve CRR’deki orta blok 7. sıradaki koltukları kapatmıştık. Yaşım genç olduğu için kombine biletleri alma görevi bana düşmüştü. Grubun başında Mithat Paşa’nın gelini, gençliğinde piyano çalan, dünyada klasik müzik festivallerini takip eden, kısacası sıkı bir müziksever olan Şen Akçit vardı. Piyanistin elini görebilmemiz ve sesleri ayırt edebilecek mesafede durabilmemiz için özellikle o koltukları aldırmıştı. Şen Hanım dinleyeceğimiz tüm bestelerin bölümlerini ve tarih içindeki yerini konser öncesinde anlatırdı. Konser kitapçığını okumadan konseri dinlemek çok ayıptı. Yanlış yerde alkışlayanlara çok kızardı. Aynı kuşaktan bu 8 kadının aralarındaki sohbet müzikten ibaret değildi. Orkestrada kim kiminle evlidir, kim kiminle aşk yaşamıştır, kaç yıldır oradadır bilecek kadar duruma hakimlerdi.
Harvard’ın ünlü hocalarından İslam sanatı uzmanı Prof. Dr. Gülru Necipoğlu’nun annesi, tarihçi Prof. Dr. Cemal Kafadır’ın kayınvalidesi Ülkü Necipoğlu da aynı ekiptendi. O zamanlar Ülkü Hanım yastaydı. Gülru Hanım’ın kızı arp sanatçısı Ceren Necipoğlu, Brezilya'nın başkenti Rio de Janerio'da verdiği konserden dönerken, bir uçak kazasında hayatını kaybetmişti. Aile daha sonra Ceren Necipoğlu adına uluslararası bir arp festivali organize etmeye başladı.
Aradan geçen yıllarda o gruptan kimi dostlarımız öteki dünyaya göçtüler. Pandemi de girince iyice dağıldık.
Fakat iki hafta önce Borusan Filarmoni Orkestrası’nın şef Gürer Aykal’ın 80. yaş gününe özel olarak hazırladığı konserde Şen Hanım ve Ülkü Hanım ile yeniden karşılaştık. Rahmetli gazeteci Çetin Emeç’in eşi Bilge Emeç de gelmişti. İlerleyen yaşlarına rağmen üçü de çok enerjikti. Konserlerde sık sık karşılaştığımız gazeteci arkadaşım İsmail Küçükkaya’yı da aramıza alarak eski günleri andık.
Neyse lafı çok uzattım. Diyeceğim o ki yaşam iş hayatımızdan ibaret değil.
Hangi işi yaparsak yapalım bize saatin nasıl geçtiğini unutturacak tutkuyla bağlanacağımız farklı ilgi alanlarımız olmalı. “Zamanım yok” diyenlere tek bir sorum var; televizyon, dizi veya film izlemek, sosyal medyada dolaşmak için ne kadar vakit harcıyorsunuz?
Not: Dün bu yazıyı yazdıktan sonra Hande Fırat’ın Hürriyet gazetesindeki yazısını okudum. O da CHP Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nun gitar çaldığını, AK Parti Giresun Milletvekili Sabri Öztürk’ün resim yaptığını anlatmış. Kim bilir belki tanımadığımız başka gizli yetenekler de vardır.