Son bir yılda yapılan pek çok güvenilir ankette Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı olması durumunda Kemal Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla oy alacağı görülüyordu.
Seçmenin bir tercihi, bir teveccühü vardı.
Buna karşılık CHP’de Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını arzu edenler -ki en doğal haklarıdır- şöyle bir tez ortaya attılar:
“Kemal Bey adaylık iddiasını ortaya koyduktan sonra kamuoyundaki algısı değişecek ve anketlerde de yükselecek...”
Bunun gerçekleşmesi için ciddi ciddi çalıştılar.
Kemal Bey iddialı bir lider profili çizdi, evinin mutfağından videolar çekti, tartışma yaratan kurumlara baskın yaptı, salı günleri grup konuşmalarında iktidara meydan okudu, madde madde vaatler sıraladı, helallik istedi, başörtüsüyle ilgili yasa değişikliği önerdi, kendisini merkeze koyan "ben"li cümleler kurdu, “Az kaldı iktidar olacağız” dedi...
ABD’ye gitti, Almanya’ya gitti, ünlü ekonomistleri kendisine danışman yaptı, ekonomik vizyonunu açıkladı...
Yani halkın teveccühünü kazanmak için elinden gelen her türlü çabayı gösterdi.
Bu çabalarının kimileri takdir edildi, kimileri eleştirildi.
Fakat yaklaşık bir yıl süren bu süreç sonunda Kemal Bey’in kamuoyu algısında fark yaratacak bir değişiklik olmadı.
Anketlerde Yavaş ve İmamoğlu’nun önüne geçemedi.
Erdoğan’ı sandıkta kesin kes devireceğine dair bir tablo ortaya çıkmadı.
Ne var ki, kendisi ve yakın çevresi bu süreçte adaylık fikrine o kadar alıştılar, o kadar ikna oldular ki Erdoğan karşısında kazanamama ihtimali ile yüzleşmek istemediler.
Geriye tek bir seçenek kalıyordu o da iki belediye başkanını oyun dışı bırakmak...
"İmamoğlu seçilirse ikinci Erdoğan olur", "Mansur Yavaş HDP'nin oylarını alamaz ve Erdoğan karşısında polemik yapamaz" gibi fısıltılar yayarak iki ismi de yıpratmaya başladılar.
İşte bu noktada İYİ Parti Lideri Meral Akşener devreye girdi ve “Noter makamı değiliz” diyerek Kılıçdaroğlu’nun adaylığının bir dayatmaya dönüşmesine itiraz etti.
Kazanacak aday vurgusu yaptı. İki belediye başkanına ‘Hayır’ demeyeceklerini ısrarla vurguladı.
Gelinen noktada bu mesele artık CHP ve İYİ Parti arasında bir inatlaşmaya dönüştü.
Biri adaylık ısrarını sürdürüyor, diğeri bunu çok riskli buluyor.
Peki CHP liderinin dediği gibi, Akşener’in iki belediye başkanının adaylığına destek vermesi CHP’nin iç işlerine karışmak mıdır?
“CHP’nin masaya hangi ismi getireceğine CHP karar verir” tezi ilk anda kulağa adil gibi gelse de ortada seçimin kaderini belirleyecek bir karar varsa, bu CHP’nin iç meselesi değil muhalefetin beka meselesidir.
Elbette Kemal Bey aday olmak isteyebilir, hakkıdır ama bunu yaparken İmamoğlu ve Yavaş seçeneklerini ortadan kaldırmaya çalışıyorsa bu sadece partisini değil 6’lı masanın tümünü ilgilendirir.
Kaldı ki bu iki isim tek başına CHP’nin belediye başkanı değiller.
Resmen CHP üyesi olabilirler ama İYİ Parti seçmeninin de oylarını alarak, ortak aday olarak seçildiler.
Şimdi söz konusu ortak belediye başkanlarının cumhurbaşkanlığı adaylığıysa CHP tüm bonservis haklarını kendisinde göremez.
Parti içi baskıyla zorla “Adayımız Kılıçdaroğlu” dedirtip, seçilme olasılığı en fazla görünen iki ismi oyun dışı bırakıp, sonra da “Bu bizim iç işimiz” demeleri ittifak ruhuna aykırıdır.
İYİ Partiyi ve 6’lı masayı geçtim. Bu, anketlerde tercihini belli eden milyonlarca seçmenin iradesini de yok saymaktır.
6’lı masanın yapması gereken bir an önce sine-i millete dönmek ve halk kimi en çok istiyorsa onu bir an önce aday göstererek bu tartışmayı bitirmektir.