Geçen hafta canlı yayında konuklardan biri “Kılıçdaroğlu PKK’nın adayıdır” deyince yayıncılık ilkeleri gereğince müdahale ettim.
İktidara yakın bütün gerçek ve sahte sosyal medya hesapları hakkımda bir linç kampanyası başlattı.
Aleyhimde 30 binden fazla tweet atıldı.
İktidara yakın malum televizyon kanalı sabahtan akşama kadar programın görüntülerini vererek beni yerden yere vurdu.
Ne terör seviciliğim kaldı ne muhalefete yakın operasyonel gazetecilik yaptığım iddiası...
Çok değil arada bir hafta geçti.
“Kemal Kılıçdaroğlu’nun seccadeye ayakkabıyla basması gaftır, özür dilemelidir” dedim diye bu sefer de Twitter’daki binlerce muhalif hesap tarafından linç edildim.
Ne yandaşlığım kaldı ne medyadaki yerimi iktidara borçlu olduğum safsatası...
Bu yeni bir durum da değil.
Gün geliyor bir yayın veya yazıdan dolayı İYİ Partililer kızıyor, aylarca programlarıma çıkmıyorlar.
Sonra birden AK Partililer çıkıp "İYİ Partici" olduğumu iddia ediyor. CHP içinden birileri "Onun yayınlarına çıkmayın" diye haber gönderiyor.
Bir rivayete göre bir gün Cambridge’de ders veren filozof Wittgenstein’ın öğrencileri ile birlikte fotoğraf çekilmesi gerekir. Fotoğrafçı hazırdır fakat Wittgenstein bir türlü nerede duracağını bilemez. Bir o tarafa bir bu tarafa gider. Fotoğrafçı “Hadi durun da çekeyim” der. Ünlü filozof “Nerede durayım?” diye sorar. Fotoğrafçı “İşte oralarda bir yerde” der.
Wittgenstein birden aydınlanmış gibi bakar ve şöyle cevap verir; “Hakikat ve doğru da işte oralarda bir yerde. Ama tam nerede?”
Günümüz Türkiye’sinde hemen herkesin öyle sabit bir pozisyonu öyle sabit doğruları var ki...
Pek çok gazetecinin bir mahallenin sıcak kucağında oturup sadece oranın doğrularını savunmasına öylesine alışmışlar ki...
Benim gibi her seferinde hakikatin nerede olduğunu sorgulayanları, müstakil duranları 9 köyden birden kovuyorlar.