Mezarda bile rahat yok
(UYARI: Yazıdaki bazı yorumlar ve bazı cümleler "Hayvan Mezarlığı" filminin hikâyesindeki bazı sürpriz gelişmeleri ele verebilir...)
Stephen King, yazdığı tüm romanlar içinde kendisini en çok “Hayvan Mezarlığı”nın korkuttuğunu söyler. Bunun en önemli nedeni, romanı yaşadıklarından yola çıkarak yazmasıdır belki de...
“Yaşadıkları neydi?” diye sorarsanız şöyle toparlanabilir: Stephen King, 1978 yılında bir yıllığına Maine Üniversitesi'ne ders vermeye gittiğinde ailesiyle birlikte ana yol yakınlarında, filmdekine benzer bir eve yerleşir. Bölgede küçük bir hayvan mezarlığı görmek onları şaşırtır. Kamyonların sürat yaptığı yol üzerinde can veren birçok evcil havyan vardır. King'in kızı Naomi de yol üzerinde can veren kedisini bu mezarlığa gömer. Olaydan kısa bir süre sonra ise oğulları Owen yoldan geçen bir aracın altından kalmaktan son anda kurtulur...
King'in, bu iki olayın etkisiyle yazdığı “Hayvan Mezarlığı” 1983 yılında yayımlanır. King romanda, evin arkasındaki ormanın derinliklerine, gömülenlerin canlanarak insanların arasına döndüğü hayali bir mezarlık daha yerleştirir. Amerikan yerlilerinin zamanından kalma bu mezarlık, ölüleri hayata geri gönderir ama hiçbiri artık eskisi gibi değildir.
Romanın sinema uyarlaması, 1989 yılında gösterime girer. Senaryosunu bizzat Stephen King yazmıştır. Mary Lambert'in yönettiği “Hayvan Mezarlığı”, büyük oranda romana sadıktır. Eleştirmenler hiç beğenmese de seyirciyi korkutmayı başarır. Gişede iyi sonuçlar elde eder...
İlk filmi seven ve beğenen nadir eleştirmenlerden biriydim. Yeni uyarlamayı ise sevdiğimi söyleyemem. Öncelikle bir korku gerilim filmi olarak baktığımda çok çarpıcı gelmedi bana. Sahnelerin etkisi anlık. Filmden çıkınca çoğunu unutuyorsunuz.
Filmin yönetmenleri Kevin Kölsch ve Dennis Widmyer, bildiğimiz en klasik korku trükleriyle hedefe ulaşmaya çalışmışlar. Diğer bir deyişle, kurgu oyunları, ani kesmeler ve ses efektleriyle seyirciyi korkutmayı denemişler.
Açılışta, “olay yeri”ndeki kan izlerini takip eden kamera hareketi gayet iyi... Sonlara doğru, aile üyeleri arasında gerçekleşen şiddet dolu fiziksel çatışmalar da kuşkusuz ürpertici ama fikrin sinemasal anlamda yeterince iyi işlendiği söylenemez.
Karanlık içindeki sisli ormanı, tekinsiz mezarlığı, rüyalar hayaller gerçekler arasındaki ani geçişleri, “öte dünya”dan gelen fısıltıları ve zombi benzeri varlıklarıyla “Hayvan Mezarlığı”nın korku gerilim sinemasına yeni bir “numara”, taze bir bakış açısı ya da heyecan verici bir sahne eklediğini düşünmüyorum.
Hikâyeyi hiç bilmeyenler için belki etkileyici bir korku – gerilim tecrübesi olabilir... Ama romanı ve ilk filmi hatırlayanlar için “Hayvan Mezarlığı”nın yeni versiyonunun korkutucu ya da yaratıcı olduğunu söylemek zor.
İlk film, uyarlamayı bizzat Stephen King'in yapması nedeniyle romanın sadece ruhuna değil, alt metinlerine de sadıktı. Ölüleri yeniden canlandıran mezarlığın, Amerika kıtasının ilk sakinlerine, yerlilere ait olmasının altı özellikle çiziliyor, bu da filme bir derinlik getiriyordu. Doktor Creed'in trajik hatası, yerli mezarlığının nimetlerinden faydalanma konusundaki ısrarıydı. Asıl sorunu ise ölümle yüzleşemiyor oluşu, ölümü kabul edememesiydi...
Suçluluk duygusunu sadece Louis Creed değil, Rachel ve yaşlı komşuları Jud (John Lithgow) da yaşıyor. Rachel, çocukken yaşadığı bir olay nedeniyle hasta ablasının ölümünden sorumlu hissediyor kendini. Jud'ın suçluluğu ise finale doğru ortaya çıkıyor.
İlk filmde evin arkasındaki kadim mezarlık, istilacılar nedeniyle vatanlarından olan Amerikan yerlilerinin intikamı gibiydi... Yeni filmde ise yerli mezarlığı, kötü ruhların hükmettiği bir toprağa dönüşüyor. Öyle kadim bir kötülük ki bölgenin ilk sakinlerinin bile orayı terk ettiğini öğreniyoruz.
Ailenin eve taşınmasıyla o topraktan gelen kötülük kendini hissettirmeye başlıyor. Kedi Church'ün “toprağa” gömülmesinin ardından kötü ruhlar aileyle bağlantıya geçiyor. Hatta filmin, “perili ev” motiflerini takip ettiği dahi söylenebilir.
Perili ev filmlerindeki hayaletlerin çoğu usulüne uygun gömülmeyen ölülerdir... “Hayvan Mezarlığı”ndakiler ise kötülüğün kontrolüne girmiş ruhsuz bedenlerden ibaretler...
Filmdeki ölülerin korkutucu yanı, ruhsuzlukları... Hareket ediyorlar ama aslında canlı değiller. Bedenleri koku yayıyor. Yıkamaya, temizlemeye çalışmanız boşuna... Onları nasıl gömdüysek öyle çıkıyorlar karşımıza. Dolayısıyla, ölülerle ilgili temel korkularımızı yansıtıyorlar. Bence filmin en ürpertici sahnesi, Louis'in kızı Elly'yi (Jete Laurence) yıkaması ve sonra da saçını taramaya çalışması... Öte dünyadan gelen Elly'nin, Rachel'a sarıldığı sahne de filmin zirvesi sayılır.
Filmin en iyi yanlarından biri, oyuncu performansları... Jason Clarke, Amy Seimetz ve John Lithgow'un yanı sıra Ellie'de çocuk oyuncu Jete Laurence'ın başarısını da teslim etmek gerek. Hangi teknikler kullanıldı bilmiyorum ama Victor Pascow ve Ellie'nin makyajlarındaki başarının altını çizmek gerek.
“Hayvan Mezarlığı” korku gerilim meraklılarını mutlu edebilir ama romanı ve ilk filmi sevenlerin açıkçası çok hoşlanacağını sanmıyorum.
Filmin notu: 5
- Issız adaya düşen robot2 dakika önce
- Hikâye farklı, formül aynı39 dakika önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık2 gün önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…6 gün önce
- Amerikan rüyasının peşinde1 hafta önce
- 'Yandaki Oda': Sade, duru ve hüzünlü2 hafta önce
- Yeni bir 'beden değiştirme' hikâyesi2 hafta önce
- 'Venom: Son Dans': Simbiyotik dostluk hikâyesi2 hafta önce
- Pop müzik yıldızının kâbusları3 hafta önce
- Trump'ın yükselişinin öyküsü3 hafta önce