Bir 'sistem' faciası: 'Chernobyl'
Son dönemin en çok konuşulan dizilerinden biri olan HBO yapımı “Chernobyl”, 26 Nisan 1986'da yaşanan, Türkiye'yi de yakından etkileyen Çernobil faciasını anlatıyor.
Senaryo Craig Mazin'e ait... Mazin'in daha önceki işleri arasında “devam filmleri”nin ağır bastığı söylenebilir. The Hangover'in ikinci ve üçüncü; Scary Movie serisinin ise üçüncü ve dördüncü filmlerini yazmış... Bir başka devam filmi olan “The Huntsman: Winter's War”ın altında da onun imzası var. “Chernobyl” ise hiç kuşkusuz başyapıtı...
5 bölümlük mini dizi “Chernobyl”in yönetmeni ise “The Last Panthers” (2015) adlı mini diziyle tanınan Johan Renck...
“Chernobyl”, Mazin'in Amerikan usulü senaryosu, Renck'in pek aksamayan yönetmenliğinin yanı sıra Jakob Ihre'nin eski Rus filmlerini hatırlatan soluk, pastel renkli görüntüleri; Luke Hull'un dönem ruhunu canlandıran özenli prodüksiyon tasarımı ve Hildur Guonadottir'in kreatif müzikleriyle gerçekten ilgiye değer bir iş... Damakta sinema tadı bırakması bir yana, görsel atmosferiyle de sizi 1986 yılının Çernobil'ine götürmeyi başarıyor.
Sovyet karşıtlığından kastım, Soğuk Savaş dönemini hatırlatan bir antikomünizm ya da Sovyetler Birliği düşmanlığı değil. “Chernobyl”, o yıllardaki Sovyetler Birliği'nin dış dünyaya sırtını dönmüş “kapalı toplum” yapısını, otoriter ve katı hiyerarşik sistemini çok sert şekilde eleştiriyor.
Craig Mazin'in tüm diziyi bu eleştiri etrafında kurduğunu düşünüyorum. Çernobil olayı da her şeyden önce bir “sistem faciası” olarak sunuluyor...
Evet, çekirdeğin patlamasına giden sürecin nerdeyse her aşamasında insan hatası görmek mümkün. Ama bütün insan hatalarının gerisinde istisnasız hep Sovyet sistemi çıkıyor karşımıza.
Özellikle “ulusal gurur” felaketi hazırlayan anahtar “Sovyet değerleri”nden biri…
SSCB olayı dünyaya geç bildirdiği gibi, düzenlenen uluslararası konferansta da her şeyin “insan hatası”ndan kaynaklandığını açıklıyor…
Anatoly Dyatlov (Paul Ritter) adlı kariyerist santral yöneticisinin reaktörü patlatan aptalca yükselme hırsı dışında “insan hatası”ndan söz etmek mümkün değil aslında... Tam aksine, diğer insanların sürecin öncesinde ve sonrasında Sovyet sistemine karşı ellerinden geleni yaptıklarını görmek mümkün. Mesela, olay gecesi komuta merkezinde olan Akimov (Sam Troughton) ve diğerleri Dyatlov'u uyarıyor ama ülkede öyle hiyerarşik bir sistem var ki ellerinden fazla bir şey gelmiyor.
“Chernobyl”in birçok sahnesinde, insan hayatının ya da uzun vadede yaşanacak sağlık sorunlarının Sovyet gururu ve devlet menfaatlerinin yanında çok önemli olmadığını sezmek mümkün.
Devletin her şeyin üstüne koyduğu ilke çok basit ve açık: Sovyetler Birliği asla hata yapmaz. Hele nükleer santral gibi Batı dünyasının çok hassas olduğu bir konuda… Yapılmışsa da bir şekilde hemen ört bas edilmelidir…
“Chernobyl” sadece Sovyet rejimine öfke duyarak seyrettiğiniz bir dizi değil. “Chernobyl” aynı zamanda inanılmaz özverilere ve kahramanlıklara tanık olduğunuz bir dizi… En ürkütücü olansa insan hayatı feda etme konusundaki akıl almaz ihmaller, duyarsızlık ve ısrar…
Olay başlar başlamaz santral içindeki emir – komuta zinciriyle insanlar adeta bozuk para gibi harcanmaya başlanıyor… Bütün veriler çekirdeğin patladığını göstermesine karşın birileri ısrarla çekirdeğin patlayıp patlamadığını anlamak üzere olay mahalline, yani ölüme gönderiliyor. İtfaiyecilerden “yangın”ı söndürmeleri isteniyor...
Olaydan günler sonra binlerce kilometre ötedeki Almanya’da, rüzgârın radyoaktif toz taşıma ihtimali nedeniyle çocukların dışarıya çıkmasına izin verilmezken santralden yükselen dumanlara maruz kalan şehirde insanlar, ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşabiliyorlar.
İşte bu yüzden, “Chernobyl” yer yer hayret ve şaşkınlıkla izlediğiniz bir dizi…
Dönemin SSCB'si öyle kapalı bir toplum ki, insanların çoğu nükleer reaktördeki bir kazanın yol açabileceği sorunlardan habersiz…
Patlamanın ardından hemen uzaklaşmaları ya da en azından radyasyondan korunmak için evlerine kapanması gereken insanlar, çoluk çocuk yangını seyretmeye gidebiliyorlar... Fizikçiler dışında radyasyonun zararlarının farkında olanların sayısı çok değil… Kuşkusuz cehalet değil bu; tam bir “dezenformasyon cehennemi”...
Bütün bu olayların, İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insan kaybetme pahasına Hitler faşizmini durdurmayı başarmış bir ülkenin başına geldiğini görmek daha da acı veriyor. Sonuçta, saygı duyulması gereken dirençli, özverili bir halk yaşıyor tüm bu sıkıntıları... Üstelik Çernobil’de karşılarına çıkan düşman sadece radyasyon değil. Kendi devletlerinin sorumsuzluğu ve ihmaline karşı ne yazık ki yapabilecekleri çok fazla şey yok.... Dolayısıyla, “Chernobyl”i seyretmek yer yer acı verici bir deneyime dönüşüyor.
Dizinin en önemli avantajı, Çernobil faciasını bu denli kapsamlı bir şekilde anlatan ilk kurmaca iş olması kuşkusuz... Faciayla ilgili yıllar boyunca çok şey duyduk, okuduk ama hiçbiri “Chernobyl” gibi bizi olayın orta yerine götürüp, o gece ve sonrasında yaşananları bu kadar ayrıntılı anlatmadı... Dolayısıyla, şimdilik kaydıyla “Chernobyl” rakipsiz görünüyor.
Kuşkusuz ileride Rus ya da Ukraynalı sinemacılar daha iyisini, daha gerçekçi olanını çekebilirler. Onların bakışı ve sinema duygusu çok daha etkili sonuçlar verebilir. Ama tüm bunlar, Amerikalıların “Chernobyl”ini sonuna kadar ilgiyle izlediğim gerçeğini değiştirmiyor...
Beni sürükleyen, seyrettiklerimin gerçek olduğunu bilmekti hiç kuşkusuz..
Asıl sorun, özgürlük ve demokrasinin olmadığı, insan hayatına değer verilmeyen ülkelerde yaşanabilecek tüm felaketler…
İronik olan, Çernobil olayının Sovyetler Birliği’nin Gorbaçov yönetiminde başlayan Glasnost (Açıklık) ve Perestroyka (Yeniden Yapılanma) döneminde yaşanması… Açıkçası, dizi yapımcı ve yazarlarının Gorbaçov’a karşı özel bir sempati gösterdikleri söylenemez. Gorbaçov'un Çernobil konusunda Sovyet sisteminde herhangi bir farklılık yarattığına dair bir ima yok. Tam aksine, dizinin genelinde, Sovyet derin devleti her şeye hâkim gibi görünüyor... Herkesin herkesi izlediği bir toplumdan söz ediyoruz. Öyle ki, KGB başkanı bile izleniyor...
Yazar Craig Mazin sisteme karşı ellerinden geleni yapan iki biliminsanı Legasov ve Ulana Khomyuk ile parti görevlisi Boris Shcherbina’nın çabalarını öne çıkarmış… Stellan Skarsgard'ın canlandırdığı, vicdan sahibi bir insan olan Shcherbina gerçekten de anahtar bir karakter. Yeri gelmişken, özellikle Jared Harris ve Stellan Skarsgard'ın çok iyi performanslar çıkardığını belirtelim.
Dizinin benim için en çarpıcı anlarından biri son derece tehlikeli bir iş yaparken “Bu olaydan sonra bizi koruyacak mısınız?” diye soran maden işçisine Shcherbina'nın “bilmiyorum” diye yanıt verdiği sahneydi... O an, Shcherbina'nın daha önce “Maden işçilerine asla yalan söylenmez” dediğini hatırlıyorsunuz... Maden işçisi bu dürüst yanıta gülüp geçiyor ve yeniden işinin başına dönüyor; çünkü yanıtı zaten biliyor, devletini tanıyor. Öte yandan, milyonlarca vatandaşının hayatını kurtarmak için o fedakârlığı yapması gerektiğini de biliyor.
“Chernobyl” dizisini sevmemin en önemli nedenlerinden biri de gerçek kahramanların kim olduğunu göstermesiydi zaten... Legavos ile Khomyuk'un yanı sıra dizinin gerçek kahramanları, itfaiyeciler başta olmak üzere kendilerine verilen görevlerini en iyi şekilde yapmayan çalışan tüm o insanlar, maden işçileri ve “90 saniyede radyasyonlu malzeme temizlemek zorunda kalan” askerlerdi hiç kuşkusuz...
Türkiye'de Digiturk'te seyredebileceğiniz “Chernobyl” şimdiden 2019'un öne çıkan yabancı dizilerinden biri olmaya aday...