Önce dram sonra gerilim
‘Issız Ev’ (The Rental), abartılı korku - gerilim şovu yapan sıra işi filmlerden değil. ‘Issız bölgeye tatile giden ve orada tehditle karşılaşan insanlar’ı anlatması itibarıyla sinema tarihinde çok fazla benzeri var. Birçok ‘teen-slasher’ filminde de karşımıza çıkan, kendi normlarına, klişelerine sahip bir alt tür olduğu dahi söylenebilir. Ne var ki, ‘Issız Ev’ yapısı ve öyküsüyle sürüden ayrılan filmlerden.
İlk yarıda sabır ve özenle dramı inşa ediyor, ikinci yarıda gerilimi tırmandırarak korku ve şiddet sahnelerine doğru hızla ilerliyor.
Oyunculuktan gelen yönetmen Dave Franco’nun senaryosunu Joe Swanberg ile yazdığı filmde karakterler ve onların arasındaki ilişkiler, telaşsız tempoda geliştiriliyor. Açılış sahnesinden itibaren zihnimizde sorular belirmeye başlıyor; karakterler arası çatışmaların nereden ve nasıl sökün edeceğini, gelecekte aralarında çıkacak sorunları en baştan hissediyoruz.
Ünlü oyuncu James Franco’nun kardeşi olan Dave Franco’nun Swanberg ve Mike Demski ile birlikte yazdığı hikâye, şöyle başlıyor: Charlie (Dan Stevens) ve iş yerinde birlikte çalıştığı Mina (Sheila Wand), internetten görüp beğendikleri deniz manzaralı şahane evi hafta sonu için kiralamaya karar veriyorlar. Çok pahalı olsa da Mina ‘Çok çalışıp hak ettiklerini’ söylüyor… ‘Hak etmek’ sıradan bir kelime seçimi değil. Çünkü her şey bittiğinde, aklımıza takılan sorulardan biri, kimin neyi hak edip hak etmediği veya olayların o noktaya gelmesinde kimin sorumluluğu olduğu… Charlie eşi Michelle (Alison Brie), Mina ise sevgilisi Josh (Jeremy Allen White) ile geliyor tatile. Josh, Charlie’nin geçmişte kontrolsüz şiddet problemleri yaşayan kardeşi… Michelle ile sohbet ederken Charlie, Mina’nın Josh için büyük şans olduğunu söylüyor.
Ertesi sabah, ev sahibinin koyduğu yasağa rağmen Josh’un köpeğini yanında getirmesi, aklımıza takılıyor. Ama yolda konuşurlarken asıl gerilim unsuru belirginleşiyor: Mina’nın kiralayamadığı evi Charlie’nin dakikalar sonra hiçbir güçlükle karşılaşmadan hemen tuttuğunu öğreniyoruz. Çünkü Mina’nın soyadından Müslüman veya yabancı olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla, işin içinde tartışmasız bir ayrımcılık var. Otomobildeki konuşma sırasında Mina’ya yaklaşan kamera, onun bu durumu hazmedemediğini belli ediyor. Evi onlara teslim etmek için bekleyen ve ırkçılığını gizlemeye gerek görmeyen Taylor (Toby Huss) ile tanıştıklarında Mina sessiz ve tepkisiz kalmıyor. Ayrıca dördü arasında daha derin çatışmalara gebe, filmin ilk anlarından itibaren sezdiğimiz ve açığa çıkmasını beklediğimiz ‘başka bir şey’ daha var.
Sonuçta, istenmeyen köpek, ayrımcılığı hazmedemeyen Mina ve evi onlara kiralayan ırkçı Taylor ile huzurlu bir tatil yapma ihtimalleri bize pek güçlü gelmiyor. Hatta oraya neden geldiklerini bile sorguluyoruz. Ama onların eğlenmeye ve iyi vakit geçirmeye kararlı olduklarını görüyoruz. Aslında sorun tam da buradan çıkıyor. Apaçık birçok meseleyi göz ardı ederek mutlu olmaya çalışmalarından…
Yönetmen Dave Franco’nun ilk uzun filminde seçtiği kamera açıları, evin ve karakterlerin uzaktan yapılan çekimleri, ilk yarıda tekinsizliği hissettiriyor. Geçirdikleri güzel anların gelip geçici olduğunu seziyoruz. Ayrıca alt kattaki kilitli oda ve Taylor’un getirip terasa kurduğu teleskop üzerine yapılan konuşmalar, zihnimizde çeşitli kuşkuların doğmasına neden oluyor.
‘Issız Ev’, bazı açılardan tam da tahmin ettiğimiz gibi gelişiyor ama finalde önyargılarımızla yüzleşiyor ve bakış açımızın bazen ne kadar sınırlı ve yanıltıcı olabildiğini fark ediyoruz. Aynı durum filmdeki dört karakter için de geçerli. Hikâyenin ve filmin en sevdiğim yanı bu oldu…
Ayrıca tüm sorunların kökeninde sadece önyargılar ve bakış açısı yok. Üstü örtülmeye çalışılan ‘günahlar’ ve yalanlar da var. Her şey bittikten sonra olup bitenler üstüne düşündüğümüzde, ‘kontrol edilemeyen öfke’nin de felaketi resmen davet ettiğini görüyoruz. Özellikle Mina’nın, sadece önyargılarına değil öfkesine de yenilerek olayları tırmandırdığı kesin. Tam da bu nedenle, filmin sosyal uyum adına azınlıkların biraz daha ılımlı olması yönünde, çok sevmediğim bir alt metni olduğu dahi söylenebilir. Öte yandan, olayların kötüye gidişinde Charlie ve Josh’un da azımsanamayacak payları var. Sorumluluk payı en az olan kişi Michelle gibi görünüyor. Ama onun da yıllar önce yaptığı hatalar var. Senaryonun kuruluşunda sevmediğim başka bir nokta, ikili ilişkilerdeki karşılıklı güven duygusunun doğurduğu olumsuz sonuçlar… Filmdeki bazı karakterler daha kıskanç, güvensiz ve sahiplenici olsalar belki hiçbir sorun çıkmayacak. Hatta sırf bu yüzden, tutucu alt metinlere sahip bir korku gerilim olduğu sonucuna varılabilir.
Ne var ki, bazı fikirleri ve yönetmenliğiyle sevdiğim birçok yanı olduğunu ve baştan sona ilgiyle izlediğimi söyleyebilirim. Ayrıca final üzerinden baktığımda, Dave Franco’nun önümüzdeki yıllarda rahatlıkla seriye dönüşebilecek bir fikir yakaladığını düşünüyorum. Pandemi döneminde gösterime giren 2020 yapımı ‘Issız Ev’, sinema salonlarında o günlerin koşullarına göre başarılı olmasının yanı sıra dijital gösterimlerinde de en çok izlenen filmlerden bir olmayı başarmıştı.
Sonuçta, gerilim meraklılarına tavsiye ederim. İyi çekilmiş sürükleyici bir gerilim.
6.5/10