Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        (UYARI: Yazıdaki bazı yorumlar, filmin finaliyle ilgili ipuçları içerebilir.)

        Yapımcı Mustafa Uslu’nun imzasını taşıyan biyografik ve gerçek yaşam öykülerini temel alan filmlerin sayısı artıyor: ‘Ayla’ (2017), ‘Müslüm’ (2018), ‘Çiçero’ (2019), ‘Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu’ (2019) ve ‘Türk İşi Dondurma’dan (2019) sonra geçtiğimiz cuma günü gösterime giren ‘Bandırma Füze Kulübü’, son 5 yılın Türk sinemasına damga vuran, hatta esin kaynağı olan bir yaklaşımın ürünleri…

        Uslu’nun, kökleri eski Yeşilçam’da olan, günümüze kadar etkisini hiçbir zaman kaybetmeyen bir sinema anlayışından, Türk usulü melodram geleneğinden esinlendiğini düşünüyorum. Türleri ilk bakışta farklı görünen tüm bu filmler, ne anlatırlarsa anlatsınlar melodram formatından sapmıyorlar. Sözgelimi, içlerinde romantizm kadar komik karakterler üzerinden güldürü unsurları da yer alıyor. Nihai hedef ise eski Türk filmlerinde olduğu gibi seyircinin duygularına hitap etmek. Kuşkusuz, her yönetmenin belirli oranlarda seyirciyi duygusal olarak etkilemek istediğini biliyoruz. Uslu filmleri ise bu etkileme sürecinde pek sınır tanımıyor. Müzik, kurgu ve tüm yönetmenlik, seyircinin özellikle finale doğru nerdeyse toplu ayine benzeyen büyük katarsisler yaşamasına ve genellikle gözyaşlarına boğulmasına neden oluyor.

        REKLAM

        Uslu filmlerinin en az melodram kadar belirgin olan bir başka yanı ise milliyetçilik… İdeolojik sınırları belirsiz bırakılan, vatan sevgisi üzerinden şekillenen ve tüm Türkiye’yi siyasi kutuplaşmadan bağımsız olarak kucaklayabilecek bir milliyetçilik bu… Hatta anti emperyalist yanıyla sol eğilimli yurtseverleri dahi hedeflediğini söyleyebiliriz. Bir Avustralya kasabasında kıtanın yerlisi Aborjinler, pasifistler, Türk milliyetçileri ve kadınların, İngilizler karşısında anti emperyalist ittifak kurduğu ‘Türk İşi Dondurma’yı hatırladığımızda, Mustafa Uslu filmlerinin geniş seyirci kitlelerini kucaklama konusunda sınır tanımadığını daha iyi anlayabiliriz.

        Mustafa Uslu’nun tüm bu filmlerde gerçek kişi ve olayları temel almasına rağmen gerçeklere sadık kalmaması da kuşkusuz yeni bir eğilim değil. Başta Hollywood olmak üzere tüm dünyada anaakım sinemanın ‘gerçek olaylara dayalı’ filmlerde öteden beri benimsediği bir ilkedir bu… Gerçekler, kurmaca eserler için sadece esin kaynağı olarak kullanılır. Dolayısıyla, bana sorarsanız, Uslu’yu gerçeklere bire bir sadık kalmadığı için eleştirmek çok doğru bir yaklaşım değil. Sonuçta, belgesel değil, kurmaca film çekiyor. Önemli olan, filmde kurduğunuz estetik dünyanın tutarlılığıdır. Ama merak edip araştıranlar için gerçeklerden sapma noktaları önem taşır; filmin niyetini deşifre eder. O yüzden, Mustafa Uslu filmlerinde alt metinler kadar niyet okuması da önemlidir.

        Öte yandan, Mustafa Uslu yapımlarını seyrederken, filmlerin konu aldığı gerçekler hakkında hiçbir bilginiz olmasa dahi melodram öğesinin her şeyin üstüne çıktığını, abartılı bir duygusallığın tüm filme hükmettiğini, gerçeklikten bir şekilde sapılmış olduğunu sezersiniz.

        REKLAM

        Filmin anlatımına başta müzik kullanımı olmak üzere seyircinin duygularını yönetmeye çalışan bir aşırılık egemendir. Sinema filmlerinden önce yıllarca video klip ve reklam alanında çalışan Uslu’nun eski usul Türk melodram geleneğine belirli bir prodüksiyon kalitesi getirdiğini de eklemem gerek. Uslu, ileri ses ve görüntü teknolojilerini melodramın dozunu artırmak için kullanırken; yönetmenlerin kuracağı inandırıcı görsel dünyalar için Türkiye ortalamasının üstünde bütçeler ayırmaktan kaçınmaz. Uslu’nun yapımcı olarak imza attığı dönem filmlerinde hedef, seyirciye sıcak bir nostalji duygusu yaşatmaktır.

        ‘Bandırma Füze Kulübü’nde de daha ilk anlardan itibaren bunu görebiliyorsunuz. Açılıştaki panayır sahnesinde kurulan harika seti; bizi 1950’li yılların Bandırma’sına götüren özenli prodüksiyon tasarımını, kostümleri, aksesuarları, dekoru; Oktay Başpınar’ın dönem filmi duygusunu veren görüntülerini; Ömer Faruk Sorak’ın Hollywood anaakım örneklerini hiç aratmayan yönetmenliğini, kurduğu başarılı görsel atmosferi ve Mustafa Preşeva’nın ellerinde son halini alan hızlı montaj anlayışını gördüğünüzde ister istemez etkileniyor ve senaryodan beklentilerinizi yükseltiyorsunuz. Ne var ki, film ilerledikçe son derece profesyonelce paketlenmiş bu şık ambalajın altından yine ‘şematik bir dramatik yapı ve karakter haline gelemeyen tipler’ çıkıyor.

        Mert Dikmen, Ayberk Olgay ve Mustafa Uslu’nun yazdığı senaryo, ‘Müslüm’ hariç önceki Uslu filmlerinde olduğu gibi yine geniş spektrumlu bir Türk milliyetçiliği üzerinden şekilleniyor. Bir yanda, kendi imkanlarıyla uzaya füze göndermeye çalışan liseli gençler ve onlara yardımcı olmaya çalışanlar var. Diğer yanda ise onlara engel olmak isteyenler…

        ‘3-5 liseli gencin uzaya amatör heveslerle füze göndermesini kim engellemek ister ki?’ diyebilirsiniz. Hikâye ilk 30 dakikasında bu soruya anlamlı ve kayda değer yanıtlar verebiliyor. Her tür ileri teknolojinin yurt dışından gelmesine alışkın, ‘Biz hiçbir şey yapamayız, yapsak da kötü olur’ diyen zihniyetin aslında ne kadar statükocu ve sabit fikirli olabileceği hiç de fena anlatılmıyor. Kaldı ki, bu zihniyetin 2022 itibarıyla hâlâ ayakta durduğunu da biliyoruz.

        REKLAM

        Filmde belediye başkanı (Altan Erkekli), okul müdürü (Bahtiyar Engin) ve yerel gazetenin sahibi (Nizam Namidar) olarak karşımıza çıkan üç karakter, ‘Biz yapamayız!’ zihniyetinin siyasetçi, bürokrat ve medya dünyasındaki yansımalarını gösteriyorlar. Deniz Can Aktaş, Atay Yıldız, Alina Boz, Aslı Bekiroğlu ve Tolga Canbeyli tarafından canlandırılan gençlerin ilk desteği, lisenin genç ve ilerici fizik öğretmeni Kemal’den (Görkem Sevindik) alması kuşkusuz önemli. Ama asıl destek, bölgedeki askeri birliğin komutanından (Ahmet Saraçoğlu) geliyor ve onun sayesinde belediye başkanı ile okul müdürünü de yanlarına çekiyorlar.

        Kasabadaki sivil topluma baktığımızda ise en büyük destek, okulda kadrolu hademe olarak çalışan Roman müzisyen Necati (Erkan Kolçak Köstendil) ve onun kardeşinden (Gökhan Yıkılkan) geliyor. Kardeşin nerdeyse ‘kasabanın delisi’ gibi görülmesi; gönül adamı Necati’nin de umutsuz bir âşık olmasını unutmayalım. Yani, destek kasabanın çoğunluğunu temsil etmeyen iki insandan geliyor. Bunlar gerçekten hoş detaylar.

        Kasabanın geçim derdindeki esnafı ise ‘ortada ve kararsız’ kalanlar olarak temsil ediliyorlar filmde. Füzeci gençlerden birinin lokantacı olan abisi, süreç içinde gençlere yakınlaşırken, bakkal olan diğeri kızını âşık olduğu ‘füzeci’ gençten uzak tutarak engelcilerin safına geçiyor. Buraya kadar, hikâyenin çerçevesine itirazım yok. Devletin ve ordunun gücünü temsil eden komutanın desteğiyle gençlerin önünün açılması; ama ilk başarısızlık sonrası ‘Biz demiştik’ diyenlerin zafer kazanmış edasıyla öne çıkması da yine filmin artı puanlarından.

        ABD’yi asıl engel olarak filme eklemek için The Washington Post muhabiri kılığında Bandırma’ya gelen CIA ajanı (Jerrod Weston) ise filmi ne yazık ki milliyetçi müsamere seviyesine indiriyor. Ajan, gençlerin faaliyetlerini rapor ettikten sonra engellemek için harekete geçiyor. Çünkü Sovyetler Birliği ile rekabet eden ABD, o dönem ittifak halinde olduğu Türkiye’deki liseli gençlerin amatör füze denemelerini nedense kendine karşı bir tehdit olarak algılıyor.

        REKLAM

        Sizi bilmem ama bana pek inandırıcı gelen bir yaklaşım değil bu… Kaldı ki, meslektaşım Uğur Vardan’ın haber kaynağını da gösterdiği yazısında detaylarıyla anlattığı gibi filme konu olan gerçek olayların akışına baktığınızda, gençlerin karşısına çıkanların CIA ajanlarından ziyade bağnaz milliyetçiler olduğunu görüyorsunuz. İstanbul’a gelen Bandırmalı gençler, İTÜ’den Kirkor Divarcı’nın desteğiyle çalışmalarına yoğun şekilde devam ederken, Amerikalı bir kuruluştan aldıkları hediye maket uçak nedeniyle birileri tarafından Amerikan uşağı olarak niteleniyorlar önce… Daha sonra ise gençlere liderlik eden Kirkor Divarcı’nın evi, içindeki çalışma dosyalarıyla birlikte durup dururken yanıyor ve olay faili meçhul olarak kalıyor. Divarcı’nın hayata küsmesinin ardından ekip, ne yazık ki dağılıp gidiyor.

        ABD emperyalizminin Soğuk Savaş döneminde komünizm tehlikesini bahane ederek sadece Türkiye’de değil dünya üzerinde neler yaptığını ve masum olmadığını hepimiz biliyoruz. Ama bu filmin öyküsü içinde CIA’in olağan şüpheli olarak işaret edilmesi, açıkçası bana çok anlamlı gelmiyor.

        Kuşkusuz filmin tek sorunu buradaki inandırıcılık noksanlığı değil… Finalde Bandırma Füze Kulübü’nün NASA’da devam eden serüveni de yine hayli abartılı geldi bana. O sahnenin Türkiye’nin bugün de sürüp giden beyin göçü sorununa işaret ettiğinin farkındayım ama başarıya odaklı bir final için gerçeklikten bu kadar uzaklaşmaya gerek olup olmadığından pek emin değilim. Son jenerikte NASA’da çalışan Türklerin fotoğraflarını görmemiz, o sahnenin gerçeklerden kopukluğunu değiştirmiyor.

        Sonuçta, Mustafa Uslu ‘Bandırma Füze Kulübü’ ile ‘esinlenmede hiçbir sınır tanımayan filmleri’ne devam ediyor. Oyuncuların ve başta yönetmen Ömer Faruk Sorak olmak üzere kamera arkası ekibinin üstlerine düşen yaptıkları kesin. Anlatımın önemli bir parçası olan müzikler Yıldıray Gürgen’e ait… Gişelerde ne yapacağını kestirmem zor. Ama kişisel temennim, biyografik film geleneğimizin sadece bu formül üzerinden ilerlememesi... Çünkü daha gerçekçi ve ayağı yere basan karakter ağırlıklı senaryolarla daha iyisinin yapılabileceğine inanıyorum. Aslında, seyircileri ağlatacak melodrama da karşı değilim. Yeter ki, hikâye gibi bir hikâyeniz ve derinlikli çizilen, sağlam karakterleriniz olsun.

        5/10

        Diğer Yazılar