Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Serinin 2015 tarihli ilk filmi ‘Creed’, Rocky Balboa’nın da yer aldığı yeni bir hikâye anlatıyor, bizi Adonis Creed (Michael B. Jordan) adlı genç boksörle tanıştırıyordu. Fikri, senaryoyu ve yönetmenliği sevmiştim. 3 yıl sonra gelen ‘Creed II’yi ilki kadar beğenmemiş ama ‘teknik anlamda iyi çekilmiş bir boks filmi’ olduğunu yazmıştım. Dahası, hikâyesinin de ‘iyi kurulduğunu’ belirtmiştim.

        ‘Creed III: Efsane Devam Ediyor’ (Creed III) ise serinin en az beğendiğim filmi oldu. Ama eleştirilerimden önce Ryan Coogler, Keenan Coogler, Zach Baylin’in oluşturduğu öyküden, daha doğrusu filmin içindeki dramatik fikirlerden söz etmem gerekiyor. Film, Adonis Creed’in geçmişle kapanmayan hesapları üzerine kurulu. Diğer bir deyişle, gerçek anlamda yüzleşmediği, yok saymayı tercih ettiği sorunlar üzerine… Geçmişteki ‘o sorunu’ belli belirsiz hissediyor ama filmin son bölümüne kadar tam olarak öğrenemiyoruz. İşin içinde, yıllar süren bir sorumsuzluk, bencillik var. Kuşkusuz, her şey açığa çıktığında gençlik, hatta ergenlik hatası deyip geçmemiz ve onu affetmemiz mümkün. Ama asıl mesele, büyüyüp olgunlaştıkça geçmişten kaçmayı sürdürmesi…

        REKLAM

        Creed’in geçmişinden gelen Dame Anderson (Jonathan Majors) ile ilk karşılaştığı anlardan itibaren aralarındaki keskin sınıfsal farkın vurgulanması boşuna değil. Yıllar önce aynı yurtta kalan iki çocuğun, hayatta geldikleri noktalar öylesine farklı ki arkadaşlığın kaldığı yerden sürmesi pek kolay görünmüyor.

        İlk filmde, Creed’in ıslahevinde geçirdiği yılların acısını ve babasız büyümesinin öfkesini hisseder; Apollo Creed’in eşi Mary-Anne’in (Phylicia Rashad) onu evlat edinmesiyle, konforlu, üst sınıf dünyasına dahil olduğunu anlarız.

        ‘Creed III’ün açılış sahnesinde ise 15 yaşındayken eski günlerinden, alışkanlıklarından hâlâ kopamadığını, geceleri burjuva evinden kaçıp boks maçlarına gittiğini görüyoruz. Hayatının hangi noktasında geçmişinden tümüyle uzaklaşmaya karar verdiğini finale kadar çözemiyoruz. Dame’in gelişiyle yüzünde beliren o huzursuz ifadeden tek anladığımız, içinin çok rahat olmadığı…

        Boks filmlerinde ana karakterler sadece sportif başarı veya para için dövüşmezler. İşin içinde bir kadın veya çocuk vardır. Ayrıca, kendi içlerinde kendilerine karşı verdikleri mücadele de önemlidir. ‘Creed III’ asıl olarak bu mücadele üzerine kurulu… Creed’in filmin ikinci yarısında menajer ve iş insanı şapkasını çıkarıp yeniden ringlere dönmesinin asıl nedeni, kendisini bulmak istemesi... Çünkü ring, sınıfsal imtiyazlarından kurtulup geçmişiyle yüzleşebileceği yegâne yer…

        Kuşkusuz, tüm bunlar masa başında geliştirilmiş hoş fikirler ama filmin yukarda özetlemeye çalıştığım dramatik çerçevenin içinde çok derinleşebildiğini söyleyemem. Ayrıca boks maçları hariç hikâyenin ‘düşük tansiyonlu’ olarak ilerlediğini düşünüyorum… Boksu bırakmış olarak karşımıza çıkan Creed’in bir şekilde döneceğini ve hikâyenin ringde sonuçlanacağını bilmek, filmin ilk yarısını biraz etkisiz hale getiriyor. Ayrıca, Creed ve Dame arasındaki asıl sorunun ne olduğunun uzun süre saklanması, bence filmin lehine çalışmıyor.

        Belli ki amaç her iki karakteri de olumlu ve olumsuz yanlarıyla ele almak, kendi içlerindeki mücadelenin altını çizmek. Yapımcılardan biri olan Slyvester Stallone’nin Rocky Balboa karakterini projeden uzak tutmak istemesinin nedeni de bu… Yani, Creed’in olumsuz yanlarıyla gösterilmesi… Ama filmin zayıf veya güçlü yanı kesinlikle Creed’in içindeki karanlık değil.

        Aslında aynı hikâyeden yola çıkıp alternatif bir boks filmi yapılması mümkünmüş. Ama en baştan öyle bir hedef konulmadığı çok belli. Tam aksine, ‘Creed III’, Rocky tarzı boks filmi klişelerinden pek kopmuyor. O klişeleri bilen birisi için her şey çok tanıdık.

        Oysa ilk ‘Creed’ filminde olduğu gibi serinin formatına ve spor filmi klişelerine bağlı kalıp iki ana karakterin psikolojisini derinliğine ele almak kuşkusuz mümkün olabilirdi. Ama bunun için en baştan farklı yaklaşım gerekiyordu. Özellikle Dame, oyuncu Jonathan Majors’ın tüm çabalarına rağmen ruhuna nüfuz edemediğimiz bir karakter. Belki yapılması gereken, hikâyeyi en az yüzde 50 oranında onun cephesinden anlatmaktı. Finale kadar Dame’i hep Creed’in gözünden görmek, sonra bakış açısını birden değiştirmek de çözüm olabilirdi. Özetle, Dame’in filmin belirli bir noktasından sonra geldiği ‘dramatik konumu’ biraz zorlama buldum.

        Ayrıca Dame’in davranışlarının ardındaki nedenleri, öfkesini belki anlıyoruz ama insan olarak onu iyi tanıyamıyor, duygusal dünyasına giremiyoruz. Creed’in Bianca (Tessa Thompson), kızı Amara (Mila Davis-Kent) ve annesiyle olan ilişkilerinin de ana hikâyeye çok katkısı olmadığını düşünüyorum.

        Proje usta bir yönetmene teslim edilmiş olsa belki her şey farklı olabilirdi. Tecrübesiz Michael B. Jordan ise ilk yönetmenlik tecrübesinde iyi kurgulanmış, iyi çekilmiş, akıcı bir film yapmanın ötesine pek geçemiyor. Hikâye anlatıcılığı kısmında hedefini ıskalıyor…

        ‘Creed III’de boks sahnelerinin çekimlerine çok özenildiği ve uğraşıldığı belli. Jordan, ‘Creed II’de de çalışan görüntü yönetmeni Kramer Morgenthau’nun farklı lensler ve farklı açılarla yaptığı çekimlerden genellikle hızlı kurgulanmış sahneler çıkarıyor. Yumrukların etkisini daha çok ses efektleriyle anlatıyor, hızlı çekime başvuruyor. Ara sıra boks filmlerinin vazgeçilmez ‘slow motion’ (ağır çekim) trüğüne de başvuruyor. Genel yaklaşım olarak, belirli ölçüler içinde gerçekçi olmaya çalışıyor. Maçı canlı yayında yorumlayanları filme dahil etmesi de bu gerçekçilik çabasının bir parçası. Ama son tahlilde tüm Rocky filmlerinde olduğu gibi etkileyici, şiddet dolu boks sahneleri çekme hedefi, gerçekçiliğin önüne geçiyor. O yüzden maçın teknik, taktik kısmı; iki boksör arasındaki tarz farklılığı, dövüş koreografisine yeterince iyi yansımıyor. Tek anladığımız Creed’in koçunun ‘Artık dövüşmen gerekiyor’ demesinden sonra maçın kaderinin değiştiği…

        Sony CineAlta Venice kameralarıyla çekilen filmi dilerseniz IMAX formatında izleme şansınız var. Teknik kaliteye hiçbir itirazım yok ama yönetmenlik olarak, boks çekimlerinde kendine özgü akılda kalıcı bir tarz geliştirildiğini düşünmüyorum. Jordan’ın Creed, Dame ve onların dövüştüğü ring dışında salondaki tüm seyircileri görüntüden sildiği sahne ise kayda değer… Jordan burada, Creed ve Dame’in unvan için dövüşmekten ziyade kendi aralarındaki eski hesabı kapatmaya çalıştığının altını çizmeyi başarıyor.

        1976’daki ilk ‘Rocky’ filmini temel alırsak ana serinin dokuzuncu ürünü olan ‘Creed III: Efsane Devam Ediyor’, spor türünün meraklılarına hitap eden ama daha ötesini vadetmeyen filmlerden…

        5.5/10

        Diğer Yazılar