Cümbüş...
“Nereye giderse gitsin cümbüş (eğlence) yayacak, o zaman adı ‘cümbüş’ olsun...”
Mustafa Kemal Atatürk, 14 Ocak 1930’da bir yemek sırasında Üsküplü Dedebaba Zeynel Abidin’den yarattığı enstrümanın icrasını dinlerken, “cümbüş”ün adını yukarıdaki sözlerle koyar.
Zeynel Abidin, bundan gurur duyar; lüthieri, yani yaratıcısı olduğu telli çalgıya Mustafa Kemal’in koyduğu “Cümbüş” ismini ailesine soyadı olarak alır.
Bu tarihten sonra da metal tamburasını çevreleyen kasnağının üzerine çepeçevre şunları işler:
"Mucidi Zeynel Abidin Cümbüş Türkiye İstanbul A. Bulvarı."
Aslında cümbüş, Zeynel Abidin’in yarattığı ilk enstrüman da değildir.
Öncesinde çocuklar büyüdükçe eklenen parçalarla uzayan keman, gitar gibi gövdesi yassı olan ud da bulunmak üzere birçok tasarıma imza atmış; bazıları için de patent almakla yetinmiş bir yaratıcıdır.
Lüthier uğraşı da Makedonya’da başlar.
Birinci Dünya Savaşı döneminde Askeri Rüştiye’yi bitirir; Çanakkale’de savaşır, Üsküp’teki yuvasını terk edip İstanbul Tophane’ye yerleşir.
GÜÇLÜ SES
İstanbul’da fazla kalmaz, İzmir’de Beyler Sokağı’na taşınır.
Buna neden, Çanakkale Savaşı sırasında bölgeye olan hayranlığıdır. Hatta ilk imalathanesini de Beyler Sokağı’ndaki dükkânında kurar.
Bir süre sonra, İzmir’deki dükkânı çocuklarına bırakıp İstanbul’a döner, 1929’da da uda benzeyen cümbüşü üretir.
İki enstrümanı birbirinden ayıran, udun 11 telli, cümbüşün 12 telli olması; tencereye benzeyen metal gövdesi (rezanatör) sayesinde daha gür ve tiz ses çıkarmasıyla alana hâkimiyetidir.
Bu özelliği nedeniyle piyasa müzisyenlerinin ilgisini çeker; atölyeye sipariş yağar.
POSTA ÜCRETİ
Ancak, o dönem posta idaresi paketleri boyutuna göre ücretlendirdiği için Zeynel Abidin yarattığı enstrümanın sapı ile gövdesini bir mandalla birbirinden ayrılıp küçülebilir hale getirir.
Böylece daha az posta ücreti ödemekle kalmaz, aynı gövdeye (rezanatör) başka boy sapların da eklenmesine olanak tanır.
Bir sap eklendiğinde saz cümbüş, diğerinde tambur cümbüş, bir başkasında gitar cümbüşe dönüşür.
Amerikan banjosunu da andıran ve onun gibi ses çıkaran cümbüş, bu sayede kolay da taşınabilir hale gelir.
İlk başlarda, klasik sanatçıların “Ses rengi, klasik üslup ve tavra uymuyor; deformasyon yaratıyor” eleştirisiyle karşılaşır.
Ancak Mustafa Kemal’in beğenisi sonrası Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi’nden şu sertifikayı alır:
“Bu enstrüman, Doğu ve Batı müziği seslerini tekrar edebiliyor, sapı değiştirilerek mandolin, gitar, banjo, tambur ve ud gibi ses çıkarabiliyor...”
Bir süre sonra Arap coğrafyasında da tercih edilir; onlarla da kalmaz, Romanlar da klarnet ve trompetin sesini bastıramadığı için tercih eder.
Anadolu’da düğünlerin ve sıra gecelerinin vazgeçilmezi olur.
Amfilerin müzik alanına girmesiyle diğer enstrümanlar da sesini güçlendirince çaresiz gücü sarsılır ve Anadolu’nun ücra köşelerinde kalır.
Cümbüş, 1990 sonrası Onno Tunçboyacıyan’ın bestelerinin parçası olur.
Ara Dinkciyan’ın harika icrasıyla “Gel Gel Sarışınım” (Dinata Dinata) çağrısıyla müzik dünyasında sahne alır...
Sezen’e de eşlik eder...
Sesini mi özlediniz, HTDokun’da yüreğinize dokunmak için bekliyor.
- İktidar kapışması…3 dakika önce
- Gülmek ve ağlamak…2 gün önce
- Kitlelerin hayal gücü…5 gün önce
- Olayın Olacağı Oda...1 hafta önce
- Mustafa Kemal'i anmak…1 hafta önce
- Kemerlerinizi bağlayın…1 hafta önce
- Utangaç muhafazakarlar yine sol gösterdi sağ yaptı1 hafta önce
- Bu iş mahkemede mi biter?2 hafta önce
- Hangisine oy verirdiniz?2 hafta önce
- Seçme kıstası…2 hafta önce