Mahmut Şevket Paşa mantığıyla bakılırsa…
Toplamda 4 ay 19 gün sadrazamlık yaptı ama söylediği birkaç cümle tarihe mal oldu…
Sadrazam Mahmut Şevket Paşa 11 Mart 1913 günü şöyle diyordu:
“Kuveyt ve Katar gibi çölden ibaret iki kaza yüzünden İngiltere ile ihtilaf çıkaramayız. Bu ehemmiyetsiz topraklardan ne gibi faydamız olabilir? Kuveyt ve Katar’ı İngiltere’ye bırakmaya ve zengin Irak vilayetimizle uğraşmaya karar verdim…”
Bunu ne için söylediğine gelirsek…
Sözleri Sadrazam olmasından iki yıl önce İngiltere’nin efsanevi Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey’in şu cümlesine yanıt niteliğindeydi:
“Temel hedefimizi daima hatırda tutmamızın önemli olduğuna inanıyorum; bu da Basra Körfezi’ndeki ve onu tamamlar nitelikteki Mezopotamya’daki İngiliz çıkarlarını korumaktadır… Birliğimizin geleceği neft yağına (petrol) bağlıdır…”
KAN VE PETROL
Buna bir de İngiliz Amiral Philip Dumas’nın 1920 yılında söylediği şu cümleyi eklemek gerekir:
“Bu, (Birinci Dünya Savaşı) geniş ölçüde petrole yönelik bir savaştı. Geleceğin harpleri tamamen o amaca yönelik olacaktır. Bismark’ın ‘kan ve demir’ özdeyişi, artık ‘kan ve petrol' şeklinde ifade edilecektir...”
Bütün bunları yazmamın nedeni, Sir Grey ve Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın cümleleri ile yıllar sonra tekrar karşılaşmam.
Cümlelerle ilk buluşmam, bakanlık da yapan Prof. Dr. Hikmet Uluğbay’ın “Petropolitik” kitabında olmuştu.
İkinci kez ise dün Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde düzenlenen “Doğu Akdeniz’de Siyaset ve Hukuk” isimli panelde işittim.
MEB İLANI BİR AN ÖNCE YAPILMALI
Panele resmi görevinin ötesinde akademisyen kimliği ile katılan Tümamiral Dr. Cihat Yaycı konuşması sırasında dile getirdi.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de bugüne kadar ortaya koyduğu düşüncelerini net, bir o kadar da açık ortaya koydu.
Vurguladığı iki önemli nokta vardı.
Birincisi Türkiye Doğu Akdeniz’deki haklarından vazgeçmesi olanaksızdır ve Devletin zirvesi ilk kez bu konuda aynı düşünce etrafında bütünleşti. Bugüne kadar söylenmediği kadar çok sayıda devletin zirvesinden Ege’deki kayalıklar ve Doğu Akdeniz’deki haklar konusu işitildi.
İkincisi ise Türkiye’nin bir an önce Münhasır Ekonomik Bölge ilanını yapması gerektiği…
Bölgedeki Mısır, Suriye, Lübnan, İsrail gibi aktörler şu aşamada sorunlu olduğu için Tümamiral Dr. Yaycı’nın önerisi Libya ile deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması yoluna gidilmesi.
Bunun Libya’nın da yararına olacağı görüşünü yansıyla aktardığı haritalarla da ortaya koydu.
Anlaşma imzalanırsa Girit’in doğusunda Kıbrıs kadar bir alanın Libya’nın kazancı haline dönüşeceğini belirtti; ortay hatlarla harita üzerinde de gösterdi.
LİBYA İLE OLUR
Toplantıya katılan emekli Büyükelçi Mithat Rende’nin de altını çizdiği gibi Libya’da kiminle birlikte hareket ederek bunu gerçekleştireceğiz?
Türkiye’nin ilişkisini iyi tuttuğu mevcut hükümet ile mi, yoksa batının da desteğini ardına almış Ankara ile de arası pek olmayan General Hafter ile mi?
Sorunun yanıtı aslında Tümamiral Dr. Yaycı’nın, önemli bir veriyi yine harita üzerinden göstererek aktardığı şu cümlesinde vardı:
“Eğer İsrail Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile değil de Türkiye ile anlaşmasını imzalasaydı bugün en fazla doğal gaz kaynağının bulunduğu 12 numaralı Afrodit sahası tamamen İsrail’in olacaktı…” Libya’ya Kıbrıs kadar bir alanın kazancı haline dönüşebileceği iyi anlatılırsa bu anlaşma da imzalanır.
Tabii bu arada bazı aklı evvel çok bilmişlerin de uygulanan politikalara çomak sokmaması gerekir.
KARPAZ TALEBİ MASUM DEĞİL
Tüma. Dr. Cihat Yaycı, bunun ötesinde başka noktalara da dikkat çekti ki ikisi uzun süredir zihnimi kurcalayan konulardı.
Örneğin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) sürekli olarak Dip Karpaz’da bulunan kilise alanının kendilerini verilmesini şart koşar.
Tüma. Dr. Yaycı harita üzerinden gösterince daha iyi anlaşıldı ki konu masum bir kilise isteği değil; deniz yetki alanını kumanda edip Türkiye’yi ciddi oranda sıkıntıya düşürecek çok kritik bir nokta...
Diğeri ise İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Harriet Baldwin’in GKRY’nin tek yanlı ilan ettiği MEB’nin tartışmalı olduğu iddiası…
Madem Kıbrıs’ta garantör ülke de olan İngiltere, üslerinin olduğu bölgeyi kendi kara sahası kabul ediyor buradan yola çıkarak Doğu Akdeniz’de hak iddiasını dile getirmiş.
İHTİYACINI 572 YIL KARŞILAR
Türk halkı belki de uzun süredir Kıbrıs sorunun çözümsüzlüğünden kaynaklansa gerek, meseleye hiç ilgili davranmıyor.
Ancak bölgede çıkacak doğalgazın Türkiye’nin 572 yıllık ihtiyacını karşılayacak boyutta olduğunun farkına varılırsa durumun önemi anlaşılır.
Belki de bundandır Büyükelçi Rende’nin de belirttiği gibi daha önce siyaseti üç farklı kategoride yürüyen Karadeniz, Ege ve Akdeniz birleşti ve tek siyasetli alana dönüştü.
Her üçü artık beraber okunuyor.
Dolayısıyla Prof. Dr. Mitat Çelikpala ve Prof. Dr. Haldun Yalçınkaya’nın da altını çizdiği gibi bölgedeki gelişmeler ele alınırken Türkiye’nin bugüne kadar süregelen müttefiklik ilişkilerine de bakmak lazım.
ADIM ATMADAN OLMAZ
Her ikisinin de vurguladığı gibi Rusya ile olan ilişkileri Doğu Akdeniz’deki pozisyonunu da etkiliyor; çünkü sahada artık Rum kesimi veya diğer ülkeler değil, küresel oyuncular var.
Ankara bu oyunculardan hangisini karşısına alıp, hangisi ile birlikte hareket edecek?
Buna S-400 alımı ile ilgili süreç de eklendiğinde ciddi bir karar verme süreci ile yüz yüze kalınmış bulunuyor.
Türkiye son dönem savunma diplomasisini çok iyi kullanarak kendi haklılığını gösterdi.
Ancak bu konudaki en önemli isimlerden Prof. Dr. Sertaç Başeren’in de panelde altını çizdiği gibi Ankara bir an önce sondajını yapıp gazını kendisinin çıkarması gerekiyor ki varlığını daha güçlü bir şekilde göstersin.
Yoksa sadece askeri gücüne dayalı bir yapı ile arkasına 6’ncı Filo’yu alıp gelmiş Exxon Mobil ile baş etmesi mümkün olmaz.
Yarın diğer sahalarda da sıkışıp kalır…
HANGİ YÖNE GİDECEK?
Ayrıca unutulmamalı ki Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarından çıkacak enerjinin gideceği yön de önemli.
ABD ve AB buradan çıkacak enerjinin Rusya’nın tahakkümünden kurtulmak için Avrupa’ya taşınmasını isterken, Moskova ve Pekin Asya’ya taşınmasını istiyor.
Mısır ise “Bana gelsin sıvılaştırılsın ve gemilerle nereye isterse taşınsın” arayışında…
Türkiye de başka çıkış yolu olmadığı için elbette ki üzerinden Avrupa’ya gitmesi için uğraşıyor…
Ancak Suriye sahasındaki ilişkisi, S-400 konusu müttefikleri ile birlikte hareket etmesini kısıtlıyor.
Anlaşılan o ki Moskova’nın Haziran sonunda teslim edileceğini açıkladığı S-400 konusunu biraz daha ileri tarihe öteleyerek zaman kazanma arayışında.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump’ın dünkü telefon görüşmesinin detayı açıklanmamakla birlikte görünen o ki S-400 konusu da ağırlıklı yer tutuyor.
DOĞU AKDENİZ’İN ÖNEMİ
Tarihçi Doç. Dr. Gültekin Yıldız’ın da dün altını çizdiği gibi Osmanlı’nın çözülme süreci de Doğu Akdeniz’deki parçalanma ile başladı; Türkiye için hep baş ağrısı oldu.
Bütün bunlardan dolayı Türkiye’nin bir an önce Münhasır Ekonomik Bölge ilanını yapması ve Libya ile anlaşmasını imzalaması gerekir.
Bir de kendi sondajını Kıbrıs Anayasası yürürlükte iken gerçekleştirmelidir.
Uzun yıllar sonra siyasi ve askeri diplomatik konulardaki en doyurucusu olarak dinlediğim ve yönettiğim panelden çıkan sonuç da zaten buna işaret ediyordu.