Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Aynı yaş grubundaki 2 milyon 433 bin 219 genci aynı sınava sokup, çıkan sonuca göre üniversiteye giriş için sıralama yapmak olası mı?

Ya da zaten açık öğretimde okuyacaksa, Covid-19 günlerinde baştan bu gençleri ayrıştıracak bir yöntem bulunamaz mı?

İki gün boyunca dün temel yeterlilik, bugün de alan yeterlilik ve yabancı dil testine tabi tutmanın ne anlamı var?

TED Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu’nun uzun yıllardır dile getirdiği gibi, üniversiteye devam etmek isteyenlerin 4 yıl, yüksekokul veya açık öğretim almak isteyenlerin de lise 3’ten itibaren ayrıştığı bir sistem daha uygun olmaz mı?

Açık öğretim ile devam etmek isteyen lise 3’ten ayrılır, bir yıl yük olmaz; eğitimine de açıktan devam eder…

Zaten iki yıl sonra terk edeceği, ücretleri de her geçen yıl zıplama yapan üniversitelere tesadüf sonucu girip aileye de yük oluşturmaz.

OKUL PUANI, SINAVLA AYNI

Pehlivanoğlu ile dün sohbet ederken ilginç bir veri paylaştı.

Lise giriş sınavlarında aldıkları puanlar açısından karşılaştırıldığında, öğrencilerin derslerdeki başarı puanları ile %97 örtüşme görülmüş.

Yani okuldaki başarı puanı neyse, LGS’de aldığı da birbirine çok yakınmış.

Bunun üniversite sınavları için de aynı olacağı konusunda emindi…

Gelelim işin bir başka yönüne…

Üniversite sınavına dün giren 2,5 milyon öğrenci temel yeterlilik sorularını çözdü, bugün de alan yeterlilik ve yabancı dil sorularıyla uğraşacak…

Uygulamanın eşitlikçiliği açısından doğruluğu savlanabilir.

AYNI KİRİŞTE DEĞİLLER

Ancak, bu her yıl sayısına yüzbinler eklenerek 2,5 milyona ulaşan bütün gençleri aynı potada değerlendirmek olası mı?

Bırakın 25 yaşlık dilimlerle tarif edilen kuşak farkını, bugün yakın yıllarda doğanlar için kullanılan “kord (cohort)”, yani kanat farkında dahi büyük değişim var.

Hiçbiri aynı kiriş üzerinde değiller.

Türkiye’nin önde gelen sosyologlarından Prof. Dr. Sencer Ayata ile dün sohbet ederken üzerinde uğraş verdiği çalışmadan söz edip ekledi:

“Hepsine birden Z kuşağı diye bakılıyor; oysa bırakın kuşağı, birbirinden 2-3 yıl farklı doğanlar arasında dahi büyük değişim söz konusu…”

En iyi örneği de iki kanat arasındaki fark…

Bir önceki kuşak internet, facebook, hatta yakın zamanlarda da twitter üzerinden sosyalleşiyordu.

Yeni kanatta bulunanlar ise twitter ve facebook kullanmayı terk edip, instagram kullanımına yönelmiş.

INSTAGRAM'A YÖNELİYOR

Nedenini sorduğumda Prof. Dr. Ayata’nın anlatımı dikkat çekici oldu:

“Çoğunluğu üniversiteye girmek için çabalayan veya üniversitede okuyanlardan oluşuyor. Okul bitip meslek hayatına adım attıklarında sosyal çevrelerinin iş bulmalarına engel olmamasını istiyor. O nedenle instagram kullanmayı tercih ediyor…”

Prof. Dr. Ayata, siyasal söyleme yol açmaması, ilerde işe girmelerine engel teşkil edecek mimlenme gibi tehlike görmediklerinden dolayı instagrama yöneldiklerini de belirtti…

HOŞGÖRÜSÜZ, BAŞINA BUYRUK

“Facebook ve twitte arkadaş çevresi veya bir yazdığına karşılık verme zorunluluğu akrabası dahi olsa gençleri tutum almaya iten yerler” deyip devam etti:

“Yeni kanat (cohort) gençlik, çevresindekilere güvenmiyor. Fazla politik gördüğü akrabası dahi olsa bağını kesiyor. Siyasete yönelmiyor, çünkü aradığını bulamayacağını varsayıyor. Kaygısı, korkuya dönmüş halde evde oturup, annesi yerli dizi izlerken, kendisi tabletten veya cep telefonundan Japon dizisi izlemek istiyor. Hatta bazıları üniversiteye girip bırakmış. Kendilerine fazla müdahaleden haz etmiyor, başına buyruk kimlikler. Bu noktaya gelmelerine neden de yoksulluk ve eşitsizlik. Sanal dünyada gördüğü ile fiziki dünyada gördüğü arasındaki farkı çabuk anlamış yeni bir kanat var. Merhum Demirel’de poturlu, çarıklı toplum anlatısı vardı, yeni gençlik bunu anlamıyor. Kendi ile aynı kuşak içinde olan yakınları, anne babasına göre hoşgörüsü oldukça düşük. Farklı zemine doğdu, iki yıl sonra doğacak olan da daha farklı bir kanada (cohort) doğacak…”

Çocukların referans grubunun da hızlı değiştiğini, üniversiteyi bitirme konusunda bir sorunu olmadığını, olmazsa açık öğretim fakültelerine girip mezun oluyor.

Bir okuma tutkusu, merakı içinde davranmıyor…

MERAK VE DİKKAT

Prof. Dr. Ayata bunları söyleyince aklıma, bir dönem İçişleri Bakanlığı da yapmış Mehmet Emin Erişirgir’in 1956’da yazdığı “Merak ve Dikkat” kitabı geldi.

Kitabında, okumaktan sıkılmış öğrenciler için “merakın aşılanması” gerektiğine işaret edip, “Merak olmadan dikkat olmaz, eğitim merakı üretmek lazım…” önerisinde bulunmuştu…

Bugün eğitim merakını ne dinamik hale getirebilir ki; çünkü meraklı olabilmek için de uğraş verilecek zamana ihtiyaç gerekir…

Her şeyin instagram'da hızla aktığı, tıklamaya ve ardı sıra eklenmiş ömrü bir gün veya bir açmayla sınırlı görsel gönderilerin akıntısına odaklı “hemen şimdi” yaşamında merak nasıl uyandırılabilir?

Yapılacağı gün konusunda kararsızlığın hüküm sürdüğü, bir ileri- bir geri gidip gelen üniversite sınavı ile mi?

Yoksa öncesinde parasının varlığı oranında kaliteye odaklı eğitim sistemine dayalı LGS sınavıyla mı?

Bırakın kuşak farkını, aynı yaş grubu arasında akort tutmayan gençlikte eğitim merakı üretilir mi?

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar