Nefret suçu...
TÜRK yasaları bugüne kadar rastlanmamış bir suçla daha tanışacağa benziyor.
"Nefret suçu..."
Başbakan Erdoğan'ın açıklamasından ve hayata geçirilmesi için görev yüklediği Ömer Çelik'ten yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki, kısa süre içinde yasa TBMM'ye gelir.
Oysa birçok ülkenin yasalarında olmasına rağmen, Türkiye, böyle bir suçun cezalandırılmasına sıcak bakmıyordu.
Yakın geçmişte sivil toplum örgütlerinin bu yönde hazırladığı yasa taslaklarına da itibar etmemişti.
Görünen o ki, bir aptal filmin yarattığı etkiden de kaynaklanan yeni bir "panik yasası" gündeme gelecek.
Diğer ülkelerdeki yasalar; "nefret suçu"nda, tek başına din temelli olmayıp etnik köken, cinsel yönelim, dil, ırk, renk, fiziksel ve zihinsel engellilik gibi nedenlerle yapılan saldırıları da kapsıyor.
Örneğin, Türk ceza yasaları içinde "nefret suçu" tanımlaması olsaydı, Hrant Dink, Rahip Santoro, Zirve Yayınevi'nde öldürülen üç misyoner ile tüm eşcinsel cinayetleri bu kapsama girecekti.
Veya bu suçtan da ayrı bir ceza alacaklardı.
Oysa Türkiye'de birileri, TCK'daki Türklüğe hakaret, halkı kin ve düşmanlığa sevkten "nefret söylemi" kapsamı içinde ceza alırken, onları katledenler hiçbir zaman bu yönde bir cezaya çarptırılmadı.
Bu da "Zaten bizim yasalarımızda var" diyenler açısından nefret söylemi ile nefret suçunun birbirinden ne kadar farklı olduğunu göstermeye yeter.
Bundan dolayı, Türkiye, konuyu tek başına İslamofobi'den değil, tüm nefret suçlarını bir arada görerek yasasını düzenlemesi halinde demokratikleşmesine bir adım daha atabilir.
Sıfırcı hocam...
KISA süre önce Siyasal'da doktora dersi için çağırmıştı.
Eşi Neyran Fişek'e "Merhaba" dememe fırsat tanımadan müjde verir gibi konuşmaya başladı:
"Söylenip duruyordunuz; alın işte, sigarayı da içkiyi de bıraktım..."
Bu sözün benden çok Neyran Hanım'ı mutlu edeceğini söylediğimde gülmeye başladı:
"Sonunda Neyran galip geldi..."
Ameliyat olmuş, sigarayı bıraktığı için öksürüğü de azalmıştı.
Oysa yakın zamanda değil, 1980'lerin sonundan beri aynı sözleri defalarca söylemiştim.
Her defasında da yanıtı benzer olmuştu:
"Kapı gibi doktor raporum var. Al işte gör; her şeyim daha 18 yaşındaki bir genç gibi. Git doktora, getir böyle bir rapor da göreyim poponu..."
Sözü bu noktada bitirmez, kendini haklı çıkarmak için devamını da getirirdi:
"Oğlum ben vücudumu alkolde saklıyorum, onun için bozulmuyor."
Güne erken başlar, sabah büroya daktilosunun sesiyle girerdim.
Uzun süredir çalıştığını da önündeki kül tablasında birikmiş sigara yığınından anlardım.
Bir anda yükselen muhteşem küfrü ile odasına koşturduğumuzda, merakımız kime kızdığından çok, öfkenin devamında gelen muhteşem cümlelerini duymak için olurdu.
Hayata "sıfır" çektiğinin haberi sabah toplantı masasında geldi.
Eğitim'in salonundaki basket maçında "Artun Hoca'nın takımına" yenilmekten beter oldum, yüzüm düştü, gözlerim doldu.
Anılarımız "Fişek" gibi önümden geçti.
Hayat yerine, ölüme de bir sıfır veremez miydin Kurthan Hocam?
- Uzun menzilli füzeler yakındakileri etkiledi...25 saniye önce
- İktidar kapışması…1 gün önce
- Gülmek ve ağlamak…4 gün önce
- Kitlelerin hayal gücü…1 hafta önce
- Olayın Olacağı Oda...1 hafta önce
- Mustafa Kemal'i anmak…1 hafta önce
- Kemerlerinizi bağlayın…1 hafta önce
- Utangaç muhafazakarlar yine sol gösterdi sağ yaptı2 hafta önce
- Bu iş mahkemede mi biter?2 hafta önce
- Hangisine oy verirdiniz?2 hafta önce