Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sıcak, aysız bir gecede ufuktan yükselen, uykusu kaçmış bir zencinin üflediği saksafonun içe işleyen çığlığına benzer; okuduğunda dimağında bir zencefil acılığını bırakan “sonra o güller” şiirinde Attila İlhan, “çaresizliği boş bir silah gibi taşıyan”, ‘kürt’ mustafa divan-ı harbi’nde sanık/‘kemalist’ fedailerin yaşattığı/-körüklü çizme avcı ceketi kayzer bıyık-/teşkilât-ı mahsusa” “artığı” eski zaman eşkiyalarından bahseder.

        Bilenler; şiir ilerledikçe şairin sözü Yakup Cemil’e de getireceğini bilir.

        *

        “Fatih’in Fedaisi Kara Murat”sa, “Enver Paşa’nın Fedaisi de Yakup Cemil”dir.

        Resneli Niyazi’nin hemen ardından dağa çıkan, bir kuzu kızartmaya bile fırsat bulamadan Meşrutiyet’in ilan edilmesi üzerine dağdan inen "kayzer bıyık" Enver Bey’in yanında Yakup Cemil vardı. İttihatçıların “fikri” iktidarda, kendileri Meserret Kahvesi’nde darbe planları yaparken, sokak ortasından ensesine sıkılan tek kurşunla devrilen gazeteci Ahmet Samim cinayeti de onun “tarzı”ydı. (Bu “tarz” hep sürdürüldü. 90’lı yıllarda çoğu Diyarbekir’de işlenen “faili meçhul” cinayetler, enseye tek kurşun sıkarak işlendi!) Sonra hem fikren hem de cismen iktidara oturmak için gündüz gözüyle Enver Bab-ı Ali’yi bastığında hemen yanı başında yine Yakup Cemil vardı. Darbenin olacağından haberi olan Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı, paşanın haberdar olduğundan haberi olmayan Yakup Cemil şakağından vurdu, Enver Paşa’nın hayretten açılmış gözleri önünde tabancasında kalan son mermileri de paşanın şişman bedenine sıktı gülümseyerek Yakup Cemil.

        *

        Yakup Cemil, Cihan Harbine girmemize en çok sevinenlerden birisiydi. Cepheden cepheye şahin uçuracak, beğenmediği bir cepheden ötekine koşacaktı. Ne de olsa savaş yiğidin düğünüydü.

        Ancak hiçbir darbeci hiçbir darbeciye güvenmez. İttihatçıların “üç atlısı” Talat, Enver ve Cemal (biri Dahiliye, biri Harbiye’ye, öteki Bahriye’ye bakıyordu) hükümet işlerinden çok birbirlerini kolluyorlardı.

        Enver için; “sağdan soldan “hizmet süresi” tedarik edilip rütbesi yarbaylıktan tümgeneralliğe yükseltilince, o sırada kendini geleceğin Suriye Kralı olarak gören Cemal de apoletine bir "tümgeneral" işareti koydu, onun Enver’den ne eksiği vardı ki! Talat ise partiyle meşguldü; içi muhalefeti savaş sayesinde dağıtmıştı büyük bir ustalıkla.

        Bütün fedailer Teşkilat-ı Mahsusa’nın müfreze komutanları olarak cephelere dağıtılmıştı. Bunlardan sadece Sapancalı Hakkı askerliği bırakmış, ticarete atılmıştı.

        *

        Siyasetle ticaret yapışık ikizdir. Siyasetçi istediği kadar “ben siyaseti bıraktım ticaretle uğraşıyorum” desin, siyaset adamı bırakmaz. Sapancalı Hakkı’yı da siyaset Bükreş’te buldu; otelde onu ziyaret eden gazeteci kılığında bir ajan, Fransa elçisi adına Türkiye’ye “tekli barış” önerisinde bulundu ona.

        O sırada en tehlikeli kelime “barış”tı, Almanların yanında bütün cephelerde aslanlar gibi çarpışıyorduk. İttihatçılar memleket için bunu hayırlı görmüşlerdi.

        İstanbul’da da Sapancalı Hakkı’nın peşini bu kez İngilizler bırakmadı. Onu ikna ettiler. İngilizlerin Osmanlı’ya teklifi şuydu:

        Osmanlı “tekli barış” yaparak savaştan çekilmeli ya da İtilaf devletlerinin safına geçerek Almanlarla savaşmalıydı. Birinci teklifi kabul ederse savaş öncesi toprakları neyse onun güvencesi verilecek, ikincisini kabul ederse de zaferin ortağı olacaktı.

        Sapancalı Hakkı bu görüşmeyi kendisinden bile sakladı. Kimseye anlatmadı. Ancak Talat’ın hafiyeleri çoktan peşine takılmıştı.

        *

        Sapancalı Hakkı’nın bürosu Galata’da “Seyr-i Sefain” (Denizcilik Acentesi) binasındaydı. Ofise eski silahşör arkadaşları uğruyor, memleket ahvalinden konuşuyorlardı. Talat işkillendi, ne oluyordu, hükümet aleyhine birtakım işler mi çeviriyorlardı, ticaret ofisi mi, barış derneği miydi orası belli değil, derhal o ofis kapatılmalıydı!

        O günlerde uzun bir süreden beri Bağdat cephesinde bulunan Yakup Cemil aniden kapıdan içeri girdi. Cepheden yeni dönmüştü, Enver söz vermiş, onu yarbay yapıp tümen komutanlığına atayacaktı.

        Oysa kazın ayağı öyle değildi. Yakup Cemil gittiği bütün cephelerde büyük meselelere yol açmıştı. Bingazi’de, Balkan Savaşlarında, Kafkas Cephesinde komutanlara illallah çektirmişti. Ardahan’da “Ardahan Fatihi Yakup”, Erzurum’da “Erzurum Fatihliği” unvanını almak için ısrarcı olmuştu. Hasankale’de on altı köylüyü sorgusuz sualsiz asmış, buradan Bitlis’e, sonradan İstiklal Mahkemesi başkanlığını yapacak ve “Kel Ali” unvanını alacak Ali Çetinkaya’nın alayına gönderilmiş, burada da bir yığın sivil Ermeni’nin ölümüne yol açmış, İran’da Şah’a başkaldırmış Kürt Simkoyê Şikak’la birlikte İran içlerine kadar uzanmış, her türlü eyleminden bıkan Ali Bey de onu Bağdat’a göndermişti. Bağdat’ta Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa’nın müfrezesinde İngilizlere karşı Irak’ı müdafaa edecekti. Uzun süre beklemeye tahammülü olmayan Yakup Cemil emrindeki tabura hücum emri vererek büyük bozguna yol açmıştı burada da. Bunun üzerine Halil Paşa, onu başından savmak için “Seni genel karargahtan istiyorlar” diyerek onu İstanbul’a yollamıştı. Halep’te; Bağdat’a gitmekte olan Enver Paşa’yla karşılaşmış, ona bütün komutanlarını çekiştirmiş, kendisinden de “yarbaylık” rütbesini istemiş, Enver de onu başından savmak için, “Olur olur, Musul’da Kürt alaylarından bir tümen kuracağım, seni de onun komutanı yapacağım, sen İstanbul’da beni bekle” diyerek onu Dersaadet’e yollamıştı.

        Yakup Cemil’in İstanbul’da bulunmasının sebebi buydu.

        *

        İstanbul’da savaş yoktu ama her yerde süren savaş şehri iki büklüm yere sermişti, yılgınlık kabus gibi çökmüştü üzerine.

        Yakup Cemil, kendisine rütbe bağşedecek Enver’i beklemeye başladı.

        Enver döndükten sonra Yakup Cemil huzura çıktı, paşanın başı kalabalıktı, onu bir yere atasın diye Personel Müdürü Şevki Bey’e yolladı, müdür onu hep oyaladı, en sonunda atamaya dair bir emir almadığını söyledi kendisine, Yakup Cemil tekrar Enver’e gitti, Enver de ona, “Sen kanunen yedek subaysın, yedek subaylar tümen komutanı olamaz, mevzuat uygun değil” deyince, “Peki siz yarbaylıktan tümgeneralliğe yükselip, oradan Harbiye nazırı olurken mevzuat uygun muydu?” dememek için kendini zor tuttu, soğuk bir selam vererek çıktı.

        Yakup Cemil, fedailiğini yaptığı Enver Paşa’dan beklenmedik bir kazık yemişti.

        İttihat Terakki Partisi’nin kapısından içeri girdi. Derdini bu kez orada bulunanlara anlattı. Orada da derdine çare bulamadı.

        Ona göre, Enver Paşa’yı o iktidara getirmişti, yaptığına bin pişman oldu.

        Ertesi gün Sapancalı Hakkı’nın ofisine gitti. Bütün gece düşünmüştü, bulduğu tek yol barıştı. Hükümet itilaf devletleriyle anlaşıp tek yanlı barış yapmalı, millet bunu istiyordu!

        Orada bulunanlar Yakup Cemil’in söylediklerine şaştı kaldı. Bu arada Sapancalı Hakkı İngiliz ve Fransızların da kendisine böyle bir teklif yaptıklarını ağzından kaçırdı. Yakup Cemil heyecanlandı. İşte tarihi fırsat! Bu teklifi “üç atlıya” yapacaklar, kabul etmezlerse bir darbeyle devireceklerdi.

        Sapancalı Hakkı çok korktu, onu hemen eve yolladı ve “bir daha da bu lakırdıları hiçbir yerde yapma” dedi.

        Yakup Cemil öfkeden kudurmuştu. Partinin İstanbul teşkilatından sorumlu Kara Kemal’i aradı, hemen görüşmek istedi, Kara Kemal onu Memduh Şevket’e yönlendirdi, Yakup Cemil “barış” fikrini ona açıkladı, o Kara Kemal’e, Kara Kemal Talat’a, Talat bu işin arkasında bir “darbe girişimi” kokusunu sezdi. Yakup Cemil bundan sonra önüne gelene “barış” dedi, olmazsa da “darbe yapalım” dedi, hatta bu fikrini Talat Bey’e bile bizzat söyledi. Bir ara etrafına birkaç eski silahşör bile topladı, arkadaşları bir delilik yapmasın diye Enver’e gittiler, Enver “en iyisi ona bir dış görev ayarlamak” dedi, o sırada gözü İran haritasına ilişti, İran Şahı uzun bir süreden beri “meşrutiyeti korumak” için onlardan yardım istiyordu, en iyisi Yakup Cemil’in emrine bir müfreze verip oraya yollamaktı… İsterse darbe yapsın, isterse de Şahı devirip şah olsun, yeter ki burada darbe yapmaya yeltenmesin!

        *

        Enver, Yakup Cemil’i çağırdı, kendisine bir kolordu toplayıp İran seferine çıkmasını emretti. Yakup Cemil çok sevindi, bir anda barıştan da darbeden de vazgeçti; ne barışı, ne darbesi, şimdi kolordu komutanı oluyordu! Yirmi gün içinde asker kaçaklarından, tutuklulardan ve gönüllülerden bir ordu topladı, hepsini Bekirağa Bölüğü’nün altında Harbiye Nezareti’nin Mercan tarafındaki kapısının yanında bulunan bakırcı dükkanlarına yerleştirdi.

        Görev sefer emrini beklemeye başladı.

        Yakup Cemil’in silahlı, üstleri başları dökülen çapulcu müfrezesini gören İstanbul Polis Müdürü durumu Kara Kemal’e bildirdi, Kara Kemal durumu Talat Bey’e; Talat Bey kaçırdığı fırsatı tekrar yakalamıştı, Enver’in Yakup Cemil’i silahlandırmış olması da hoşuna gitmemişti, top ayağına gelmişti.

        Yakup Cemil, Harbiye Nazır’ı Enver Paşa’ya suikast düzenleyecek!

        Talat’ın söylemesiyle Kara Kemal Enver Paşa’ya gitti, “Sapancalı Hakkı ve arkadaşları, Yakup Cemil’i kullanarak size karşı bir suikast düzenleyecekler. Hatta bu amaçla asker bile toplamışlar,” dedi.

        Enver Bey İstanbul polisine sordu, evet Yakup Cemil, Mercan’da bir müfreze serseri toplamıştı. Hemen tutuklama emrini verdi. Yanına bir inzibat gitti, Merkez Komutanı Cevad Bey’in kendisiyle görüşmek istediğini söyledi Yakup Cemil’e.

        Yakup Cemil komutanın odasına girer girmez tutuklandı, Bekirağa Bölüğüne kapatıldı. Hemen arkasından da tutuklama furyası başladı. Önce Sapancalı Hakkı’yı aldılar, sonra Yakup Cemil’in temas ettiği Yüzbaşı Nevzad, Yüzbaşı Murad, Yenişehirli Haydar, Yahya Kaptan, Hüsrev Sami, Satvet Lütfi ve başkalarını…

        “Barış için hükümeti devirmeye teşebbüsedenlerle, bu teşebbüsü “engellemeye çalışanların” tümü tutuklandı.

        *

        Tutuklanan Yakup Cemil’in silahlarını almaya kimse cesaret edememişti. Hapishanede hep uyanık kaldı. Zehirlenirim diye gelen yemekleri yemedi. Hiç uyumadı. İki gün böyle geçti. Sonunda bitap düştü, güçlü kuvvetli üç asker üzerine çullandı, silahlarını aldı.

        Enver Bey, Yakup Cemil’in Talat’ın komplosuna kurban gittiğine inanıyordu. Ancak Talat, Yakup Cemil’i Enver’in gözünden düşürecek bir formül buldu. Yakup Cemil’e, devirecekleri Enver’in yerine Mustafa Kemal’i getirmeyi düşündüklerini söyletirlerse, Enver ipini çekerdi. Kara Kemal gece yarısı Bekirağa Bölüğünde Yakup Cemil’i ziyaret etti, serbest kalma karşılığında ifadesinde bunu söylemeye ikna etti.

        Yargılama yirmi dört saat sürdü. İdama mahkum oldu. Yakup Cemil, sorgu hakimine şöyle bir hikaye anlattı. “İttihatçının biri kendine hayat sigortası yaptırmak istemiş, sigortacı mesleğini sormuş, ‘İttihatçıyım’ cevabını alınca, ‘Hayır demiş, bizim şirket ipe çekilmesi mukadder olanları sigortalamaz’ demiş. Galiba beni de ipe göndereceksin ama ben şişman adamım, ipin sağlamını bulun da eziyet çektirmeyin” dedi. İdam kararından sonra Yakup Cemil, Enver’den af diledi. Enver sorgu tutanaklarını okuyunca küplere bindi, demek onun yerine Mustafa Kemal’i getirecekti ha, o halde cezasını çeksin!

        Bu anı Kemal Tahir, “Esir Şehrin İnsanları” romanında şöyle anlattı:

        “Tövbe efendi! Tövbe, aman! Olmaz. Vade yetti mi, tamam… Baksana koca Yakup Cemil Bey harpte mi öldü! Allah rahmet eylesin! Ben ömrümde onun kadar babayiğit adam görmedim. Biz o vakitler buraya yeni gelmişiz! Bir meseleden Enver Paşa’yı kızdırmış. Haydi babam, yakaladılar, buraya kapattılar. Askerleri de dışarıda bakırcı dükkanında oturmakta… Yakup Cemil Bey’in askerleri… Mahpusanedeki babayiğitlerden bir tabur seçmiş. Eğer o gün yakalamasalarmış, muharebeye gidip Bağdat’ı İngilizler’den geri alacakmış. Alacağı da hiç şüphen olmasın! İşte, bu senin yattığın odaya kapattılardı. “Dışarda askerleri var “ dedim ya, pencereden bir işaret etse, İstanbul’u yakarlar şart olsun… Herifler dipten doruğa silahlı…”(s.337)

        Enver Paşa Almanya seyahatindeyken ona vekalet eden Talat Bey, Yakup Cemil’in idam kararını onayladı.

        *

        O gün Bekirağa Bölüğü’nde sabah sanki daha erken oldu. Yakup Cemil uyanıktı, demir parmaklıklar arasından Süleymaniye’nin muhteşem minarelerine bakıyordu. Müdür Hakkı Bey yumuşak bir sesle seslendi ona, “Yakup Bey seni yukarıdan istiyorlar” dedi, o da “Enver Paşa Almanya’dan döndü mü?” diye sordu. Hayır, dönmemişti. Nefesi daraldı, elini boğazına götürdü, “Hakkıcığım böyle mi”, sonra başparmağını silahın tetiğine dokunur gibi oynatarak, “Yoksa böyle mi?” diye sordu. Her yer silahlı askerlerle doluydu. Kapıda bekleyen arabaya kıta denetlemeye giden mareşal gibi kuruldu. Bir müfreze süvari takip etmeye başladı arabayı. Kafile Haliç boyundan Eyüp’e doğru yola çıktı.

        Merhem gibi bir sonbahar sabahı başlamıştı Dersaadet’te. Haliç altın rengine az önce kavuşmuştu. Martılar çığlık çığlığaydı. Belli ki erken kalkmış olan karpuzcu çoktan sergisini açmıştı. Yakup Cemil’in gözüne karpuz ilişti. Yanında oturan bölük komutanı İhsan Bey’e, “Bir karpuz yesek,” dedi.

        Silahtarağası Köprüsü’nden sonra Kağıthane Köşkü’ne yaklaştıklarında Yakup Cemil koca karpuzu bitirmişti.

        Ağzını elinin tersiyle sildi. Komutandan bir sigara istedi. Yaktı. Ardından bir tane daha… Üst üste üç sigara içti, oysa hayatında hiç sigara içmemişti.

        Cemal Süreya “Sıcak Nal” şiirinin altıncı episotunda o anı şöyle anlattı:

        “Yakup Cemil’in

        Kurşuna dizilmeden hemen önce

        Üst üste içtiği

        Ömründeki ilk üç sigara.”

        Hepimizin hayatında vardır böyle ilkleri!

        Arabadan indi. Meydanda bir kazık vardı. Silah çatmış bir manga asker vardı etrafında. Sevindi. Demek kurşuna dizeceklerdi! İpe çekilmek onursuzluktu. Savcı idam fermanını okurken, engel oldu, “Okuma, neden idam edildiğimi” biliyorum dedi. Müftü “Bir vasiyetiniz var mı?” diye sordu, “Param pulum, malım mülküm yok ki vasiyetim olsun” dedi. “Çoluğuma çocuğuma nasılsa İttihat Terakki bakar.”

        Kazığa yürüdü. Arkasını kazığa yasladı, idam mangasına döndü, gözleri bağlansın istemiyordu. “Söz veriyorum, kımıldamayacağım. Gözlerim açık gitmek istiyorum” dedi, bu isteği kabul edilmedi.

        “Ateş!”

        On dört silah aynı anda patladı.

        *

        Tam burada Attila İlhan sözü benden aldı:

        “sonra boğaz’ın pusu

        fecrin en dokunaklı anları

        ezanlar dağılıyor eski istanbul’dan

        beylerbeyi sarayı’nın

        sabah mahmurluğuna

        şeker ahmet paşa’nın

        kayıp tablosundan

        eflatun ve mor

        martılar uçurulmuş

        bir yağmur loşluğuna

        kimse kimseyi anlamıyor

        yâkup cemil bey çoktan

        teşkilât-ı mahsusa’dan kovulmuş

        idam mangasının kurşunları yağıyor

        göğsündeki “liyâkat nişanı”na.

        *

        Yararlanılan Kaynaklar:

        Örsan Öymen, "Bir İhtilal Daha Var", Milliyet Yayınları

        Galip Vardar, "İttihad ve Terakki İçinde Dönenler", İnkilâp Kitabevi,

        Mustafa Ragıp Esatlı, "İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi ve Yakup Cemil Niçin Öldürüldü?", Hürriyet Yayınları

        Diğer Yazılar