Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri” isimli kitabı okumamış olsanız bile eminim işitmişsinizdir…

        Son senelerde giderek yoğunlaşan Sultan Abdülhamid furyasında bu kitaptan bazı cümleler alınıp birçok yerde hükümdarın vecizeleri olarak kullanılıyor, bazı tarihçilerimiz Abdülhamid üzerine yaptıkları çalışmalarda yine bu kitabı kaynak gösteriyorlar ve neticede padişahın tahttan indirildiği 1909 sonrasında memleketin başına gelen hemen herşeyin ardındaki sebepler yine bu kitapta yazılı olanlar çerçevesinde değerlendiriliyor.

        Önce, kısaca söyleyeyim: “Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri” isimli kitap sahtedir, Abdülhamid ile hiçbir alâkası yoktur ve anlı şanlı koskoca tarihçilerin bu düzmece yayını kaynak almaları da ilim bakımından büyük, çok büyük bir ayıptır!

        Şimdi, bu uydurma kitabın ortaya çıkışının ve sonraki senelerde semirerek daha hacimli bir şekil almasının hikâyesini anlatayım:

        Sahte hatıraların ilk yayını 6 Ocak 1919’dan 8 Mayıs 1919’a kadar haftalık “Utarid” mecmuasında yapıldı, yayın derginin o senenin 19 Haziran’ında kapanması ile yarı kalarak son buldu ve metin tamamlanarak 1922’de “Hâtırât-ı Abdülhamid Hân-ı Sânî” ismi ile kitap haline getirildi.

        Kitap, sonraki senelerde defalarca basılacak, her yeni baskı öncekinden hacimli olacak, yani içerisine hiç durmadan ilâveler yapılacaktı!

        Ama, meselenin asıl önemli tarafı, hatıraların Sultan Abdülhamid ile bir alâkasının bulunmaması idi! Abdülhamid tahttan indirilmesinin ardından gönderildiği Selânik’te ve Balkan Savaşı sırasında İstanbul’a getirilerek yerleştirildiği Beylerbeyi Sarayı’nda sıkı bir gözetim altında yaşamıştı ve hatıralarını yazmadığı da bilinmekte idi…

        Meselenin asıl önemli tarafı, bu düzmece hatıraları kaleme alan kişinin güçlü bir edebiyatçı olması idi: Süleyman Nazif!

        Son dönem Osmanlı tarihçiliğinin en önemli isimlerinden olan İbnülemin Mahmud Kemal İnal, 1940’ta yayınladığı “Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar” isimli eserinde sahte hatıraları Süleyman Nazif’in nasıl kaleme aldığını ayrıntıları anlatıyordu ama verdiği bu bilgi ile yaptığı uyarılar dikkate alınmayacak, metin sonraki senelerde ilâve üstüne ilâve yapılarak defalarca basılacaktı!

        ASIL REZALET 1974’TE YAŞANDI

        “Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri” ismi ile çıkan bu yayınlarda artık yok yoktu! Süleyman Nazif’in uydurduğu metin başkalarının da yaptıkları ilâveler ile birkaç katına çıkmıştı; sâbık hükümdar hemen her siyasî sualin cevabını veriyor ve cevaplar her yeni baskıda daha da artıyordu; zira sahte hatıratın her basımında yeni ilâveler yapılıyordu! Öyle ki birkaç baskısı daha yapılsa nerede ise faydalı gıdalardan bahsedilecek yahut grip vesaire gibi hastalıklardan korunmanın yollarını bile anlatacaktı!

        Asıl rezalet 1974’te yaşandı ve şimdi hayatta olmayan bir gazeteci, “Hatıraların orjinalini Doğu Almanya’nın Leipzig şehrinde bulduğu” iddiası ile Tercüman Gazetesi’nin sahibi Kemal Ilıcak’ı yeni bir yayına ikna etti ve Tercüman’da tefrika edilip o günlerde büyük ses getiren sahte hatıralar 1975’te kitap olarak yayınlandı! Bu yayında bir başka yenilik yapılmış, emekli bir deniz albayına eski harflerle alelâcele yazdırılan metin okuyucuya “Abdülhamid’in elyazısı” diye sunulmuştu!

        Ama, işlerine yarayan ve iddialarını destekleyen kaynakların gerçek olup olmadığına bakmayan tarihçiler bu hatıraları öylesine sahiplendiler ki, Türk Tarih Kurumu’nun eski başkanlarından ve memleketin önemli tarihçilerinden olan Prof. Dr. Ali Birinci’nin 2013’te “Divan” isimli dergide yayınlayıp sahtekârlığı bütün ayrıntıları ile anlattığı “Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri Meselesi” başlıklı uzun makalesini dikkate bile almadılar…

        Hatıralar meselesi, senelerden buyana ilim dünyasının başına işte bu şekilde musallat edilmiş bir derttir! Süleyman Nazif’in yazdığı metin ilk yayınının sonraki senelerde ilâvelerle genişletilmiş ve ortaya tarihimizde eşi-emsâli görülmemiş bir sahtekârlık yaşanmıştır!

        Asıl dert ise, sağcı, solcu, muhafazakâr, lâik, Atatürkçü vesaire hemen her kesimin Abdülhamid’e atfedilen düzmece metni işlerine geldiği gibi kullanmaları ve isimlerinin başında “Prof” unvanı bulunan koskoca bilim adamlarının da bu sahtekârlığa hiç sıkılmadan hâlâ âlet olmalarıdır!

        Diğer Yazılar