Böyle bir edepsizlik karşısında hiç çekinmeyin, ağzınıza ne gelirse söyleyip rahatlayın!
Burada, üzerinde semazen çizimi bulunan bir şişenin fotoğrafını görüyorsunuz…
Şişede “vodka” var, yani alkol bakımından en sert içkilerden biri! Hollanda’da sadece 1001 adet imal edilmiş, piyasaya birkaç ay önce çıkartılmış ve şişesi 30 eurodan satılıyor.
Fiyat bakımından daha kalitelilerine göre hayli ucuz olan bu Hollanda işi müskiratın bizi alâkadar eden tarafı ismi ve logosu: Adı “Rumi”, yani “Mevlânâ”; logosu da bir semazen!
Başlıkta “Ağzınıza ne gelirse söyleyebilirsiniz”, yani “Atış serbest!” dememin sebebi, işte bu! Gözünü para bürümüş birileri “Ne yapsak da keseyi doldursak” diye düşünmüş ve yeni bir içki markasında karar kılmışlar; vodka imal etmiş, içerisine şişenin alt tarafında yazdığına göre İran’a mahsus baharat, kendi sitelerine bakarsanız safran vesaire gibisinden birşeyler koymuşlar. Sonra dikkat çekecek bir marka aramış ve buram buram İran kokan vodkanın ismini hem Anadolu hem de İran ile bağlantılı çok önemli bir şahsiyetin, Mevlânâ’nın adının Batı’da bilinen şekli olan “Rumi” koymuşlar!
Bir de logo bulup şişenin üzerine resmetmek lâzım ya… Semazen figürü ne güne duruyor? Çizdirmişler, gerçi semazenlerin giydiği bembeyaz tennûre simsiyah olmuş ama ne gam? “Rumi” sözünün tepesine logo niyetine bu kapkara semazeni koymuş, altına da Mevlânâ’ya atfedilen ve “Onları olduklarından başka hâle koyar” yani “içki, içeni değiştirir” mânâsına gelen “On çunân ro on çunânter mîkoned” mısraının Farsçasını İngilizcesini yazmışlar; nihayet buyurun sizlere “Rumî”, yani “Mevlânâ” vodkası!
ASIL KABAHATLİ BİZİZ!
İşin bu hâle gelmesinin suçunu sadece Mevlânâ’yı vodka markası haline getiren edep fakirlerine yüklemeyin, bu işte asıl kabahatli biziz!
Mevlânâ’yı ticarî metâ haline getirdik! Kebapçılara, hamamlara, seyahat şirketlerine ve daha bin türlü mekâna ismini verdik, Mevlânâ’nın eserlerini tepe tepe kullanan okuma-yazma özürlüleri “Aman ne büyük âlim, neler de biliyor!” diye hiç durmadan pışpışladık ve “Mevlânâ aslında Moğol ajanıdır” diye saçmalayanların da “ilim adamı” olduklarını zannettik. Raks yahut ritüel değil, basbayağı bir ibadet olan semâ sâyemizde davetlerin, defilelerin, sünnetlerin, restoranların ve turistik mağazaların süsü oldu, semazenler de birer “döner sermaye”!
Bu kadarla kalsak, âmenna! Müşterisi azalan lokantacı iki semazen kiralayıp masaların arasında döndürünce giden müşteri geri geldi, halıcı dükkânın cazgırı turiste kahvenin yanında bir-iki de semazen getirince halılar hemencecik satılıverdi! Türkiye’yi şereflendiren Yeni Zellandalı oyuncu Russel Crowe için Hocapaşa Hamamı’nın kurnasında Mevlevî Âyini tertip ettik, Amerika’da düzenlediğimiz Türk Günü’nde dansöz oynatıp Tarkan’ın şarkılarının refakatinde semazen döndürdük, bir Fransız şampanya markasının Esma Sultan Yalısı’ndaki tanıtım davetinde ortaya çıkıp tepinen pembelere bürünmüş, omuzu saçaklı bir herif “modern semazen” diye magazin sayfalarının manşeti oldu.
Mevlânâ’dan daha birşeyler elde edebilme uğruna daha neler neler ettik, saymakla bitmez!
Devrinin en önemli din âlimlerinden olan ve eserleri sekiz asır sonra bile “en fazla okunan kitaplar” listesinde yer bulan bir zâtı bu şekilde pazarlama vâsıtasına çevirip yurt dışında da aynı maksatla kullanmamız üzerine birkaç uyanığın Mevlânâ’nın ismini olur-olmaz şeylere vermesi zaten kaçınılmazdı ve Mevlânâ’yı işte böyle vodka markası yapıverdiler!
Bazı dostlarım Mevlânâ, Mevlevîlik ve semâ ile alâkalı ne varsa artık tamamının devlet tarafından kontrol altına alınması gerektiğini söylüyorlar ama ben aynı kanaatte değilim; zira bu işi zapturapta almanın yolu yönetmelikten, yasaktan, denetimden, izinden vesaireden değil, sadece “edep”ten geçer.
Ama edep perdesi bir yırtılmayagörsün: “Rumi” ismi vodkanın ardından daha nelere verilir, başka nerelerde kullanılır kimbilir!