S-400'ler ve haysiyet meselesi
Rusya’nın S-400’leri teslim tarihi yaklaştıkça hem Amerika’yı, hem de “Adamlar ambargo koyacak olurlarsa ekonomi nice olur?” derdine düşen bizdeki bazı zevâtı bir telâştır aldı…
Amerika’ya senelerdir “Kaç para ise ödeyelim, sizin şu Patriot sistemlerinden bize de satın” diyorduk, adamlar bahane üstüne bahane yaratıp bir türlü vermiyorlardı. Derken, Rusya’nın teknoloji bakımından Patriot’u havada-karada katlayan S-400’lerini almak istedik ve Moskova’nın “Hayhay” demesi üzerine Patriot’un değil füzesini, vidasını bile vermeyen Amerika kıyametleri koparttı, kopartmaya hâlâ devam ediyor ve “Rus füzelerinin tek bir somununu bile alacak olsanız hemen arkasından ambargo gelir” diyor…
Bir füze sistemi süs niyetine yahut bir köşede dursun diye alınmaz; karşılığında milyarlarca dolar vereceğimize göre memleketin güvenliği bakımından hakikaten ihtiyacımız var demektir ve ne Amerika’nın ne Nato’nun ne de başka bir devletin yahut teşkilâtın “Hayır, alamazsınız!” deyip kıyametleri kopartmaya hakkı yoktur…
Hele daha önce kendilerinden talep ettiğimiz bir başka silâhı satmamak için bin dereden su getirip de satmayanların ise, hiç!
Dolayısı ile, S-400 meselesi Türkiye için bir ihtiyaç olmaktan ziyade artık bir “millî haysiyet” meselesidir.
19. asırda yaşadığımız bir başka “haysiyet meselesi”ni anlatayım:
DERT OLMASINA OLACAK AMA…
1860’lı senelerde, Sultan Abdülâziz’in tahtta bulunduğu günlerde, bir İngiliz savaş gemisi Çanakkale açıklarında Türkler’e ait bir balıkçı teknesine çarpıp batırır ve teknede kim varsa hepsi hayatını kaybeder...
Şimdinin “karasuları” kavramı o günlerde henüz ortada yoktur ama kazanın meydana geldiği sular Türkiye’nin yanıbaşıdır, yani bize aittir…
19. asrın ortaları imparatorluğun çatırdadığı, gücünü neredeyse tamamen kaybettiği, ekonomisinin dibe vurduğu ve Avrupalı elçilerin hem saraya hemde Bâbıâlî’ye her istediklerini kolayca kabul ettirdikleri bir devirdir… Önemli tayinler İstanbul’daki İngiliz, Fransız ve Rus elçilerinin tasdikinden geçmekte, elçiler kararnameler ve fermanlar çıkarttırmakta, hâsılı artık zayıflamış olan bir zamanların koskoca imparatorluğunu parmaklarının ucunda oynatmaktadırlar…
Kazadan haber alınmasından sonra İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi saraya gidip Sultan Aziz’in huzuruna çıkar… Allem eder, kallem eder ve İngiliz hükümetinin kazada hayatını kaybeden balıkçıların ailelerine üçer kuruş tazminat ödemesi karşılığında hadisenin örtbas edilmesi ve diplomatik mesele hâline getirilmemesi konusunda hükümdarı iknayı başarır...
Zamanın sadrazamı Keçecizâde Fuad Paşa, elçinin padişahla görüşmesini öğrenir öğrenmez hemen saraya gider ve Sultan Aziz’e “İngiliz’in teklifini kabul edemezsiniz efendimiz!” der...
Padişah “Amaaaan Paşa! Batan gemi dedikleri şey ufacık bir çatana imiş! Aramızı güç-belâ düzelttiğimiz koskoca İngiltere ile bu çatana yüzünden mesele çıkartmaya ne lüzum var? Aileler de alacakları paralarla hayatlarını hâle-yola koyarlar” diyecek olur…
Sadrazam “Tazminatı kabul etmeniz mümkün değildir efendimiz!” diye ısrar eder ve “Edemezsiniz! Zira bir gemimiz batmıştır ama asıl batan, o geminin üzerindeki bayrağımızdır... İngilizler önce harp gemilerinin bize ait sularda ne aradıklarını izah edip özür dilesinler, tazminat meselesi ondan sonra telâffuz edilsin... Aksi takdirde, işte mühr-i hümâyûnunuz” der, yani istifa edeceğini söyler.
Sultan Abdülaziz, artık verecek cevap bulamaz, İngiliz elçisine verdiği sözden dönmek zorunda kalır, elçiyi saraya davet eder ve Sadrazam Fuad Paşa’nın söylediklerini kendi talebi imiş gibi gibi nakleder. İngiltere, neticede savaş gemisi Türk karasularına izinsiz girdiği için Babıalî’den önce resmen özür diler ve kazada hayatlarını kaybeden balıkçıların ailelerine tazminatlar bu özürden sonra ödenir...
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “S-400’leri her hâlükârda alacağız” şeklindeki açıklamalarını bir de bu çerçevede mütalâa edin; zira bu silâhların gelmesinin ardından bazı dertlere uğramamız ihtimali gerçi mevcuttur ama S-400’ler Türkiye için artık bir millî haysiyet meselesi olmuştur!