Deprem zaten vurdu, biz de üniversitelere vurmayalım!
Dokuz günden buyana, tarihte eşine-emsâline az rastlanmış bir facianın ıztırabını çekiyoruz... Koskoca şehirler bir anda yokoldular, Cahit Sıtkı’nın mısralarındaki gibi büyük bir boşluk hayat denen büyüyü bozdu; binlerce kişi göğün mavisini, dal demetini ve kuşların tüylerini artık göremeyecek, zira alıştıkları yaşamak onlar için nihayete erdi, akar suda akisleri bundan böyle olmayacak, görünmeyecekler...
Ve biz, gidenlerin ardından onulmaz bir acı içerisinde tamamen garip kaldık!
Tamamının değil ama, mesleklerine saygı duyup işlerini ciddî şekilde yapan jeologların deprem için söylediklerinin birçoğu maalesef doğru çıkıyor. Felâketin zamanını ve tam yerini önceden kestiremiyorlar ama bölgeyi tahmin ediyorlar ve dedikleri yer bir müddet sonra perişan oluyor...
Sırada şimdi İstanbul var! Geçen hafta kopan kıyametin daha hafif de olsa bir benzerinin İstanbul’da da yaşanacağını ciddî biçimde düşünmenin kişide yaratacağı âsap buhranını, sinir zelzelesini ve endişe fırtınasını ifade edebilmek hayli zordur. İstanbul depremini düşünmek, sırat köprüsünde sıranın gelmesini yahut idam sehpasında ilmiğin boyuna geçmesini beklemeye dönmüştür!
Ama sadece Marmara’yı değil, memleketin dört bir tarafını saran bu endişe çok şükür ki zihinleri felce uğratmadı ve felâketin daha ilk anlarında silkinip gücümüzle âfetzedelerin yardımına koştuk.
Yiyecek ve giyecek ihtiyacının büyük ölçüde karşılanmasından sonra, sırada evsiz kalan yüzbinlerce kişinin barınma ihtiyacını karşılamak var...
Kültür ve Turizm Bakanlığı, AFAD ve Türkiye Otelciler Federasyonu ile turizm birlikleri, Antalya’daki otellere 100 bin depremzede yerleştirdiler. Bölgedeki polisevi, öğretmenevi ve devlet dairelerinin misafirhaneleri ile sosyal tesislerine de beş bin kişi getirildi.
BİRİ DOĞRU AMA ÖTEKİ YANLIŞ!
Depremzedeler yeni konutların tamamlanmasına kadar sadece Antalya’da değil, diğer vilâyetlerde de bu şekilde ağırlanacaklar fakat ortada henüz resmen alınmamış olmasına rağmen uygulanmasına başlanan bir başka karar var: Üniversitelerde uzaktan eğitime geçilmesi, Kredi ve Yurtlar Kurumu’na ait yurtların boşaltılması ve depremzedelerin bu yurtlara yerleştirilmesi!
Kurumun genel müdürlüğünden yurtlara gönderilen yazıda binaların tahliye edilmesi, öğrencilere ait eşyaların kutulara yahut poşetlere doldurulması ve odaların depremzedelere verilmesi söyleniyor! Kapının önüne konmaktan sadece tıp fakültelerinin dördüncü, beşinci ve altıncı, diş hekimliğinin dördüncü ve beşinci hemşirelik okullarının da dördüncü sınıfındakiler ile annesi ve babası vefat etmiş olanlar ve ülkelerine dönemeyen yabancı öğrenciler muaf tutuluyor.
Burada biri doğru, diğeri yanlış iki uygulama ile karşı karşıyayız:
Doğru olanı yurtların depremzedelere tahsis edilmesi, yanlışı da üniversitelerde uzaktan eğitime geçilmesi...
Depremzedelere yardım etmek hem hepimizin boynunun borcu, hem de devletin vazifesidir ve yurtların depremzedelere tahsisi yerinde bir karardır...
Ama ya üniversitelerin uzaktan eğitime geçilmesi?
Şimdi, sadece iki vilâyetteki yurtların yatak sayılarını vereyim:
İstanbul’daki yurtlarda 39, Ankara’dakilerde de 40 bin yatak vardır; buna mukabil İstanbul’da 830, Ankara’da da 300 bin kadar öğrenci mevcuttur. Yani, İstanbul’da yurtta kalan öğrenci sayısı şehirdeki öğrenci adedinin yirmide birinden de azdır ve dolayısı ile üniversitelerde uzaktan eğitime geçilip yurtlardaki öğrencilerin memleketlerine gönderilmesi depreme maruz kalan on vilâyette yaşanan sıkıntının memleket sathına, 81 vilâyete yayılmasından başka bir netice vermeyecektir.
Çözüm basit: Yurtlar boşaltılıp depremzedelere tahsis edilir ama yüzyüze eğitim devam eder, yurtları terkedip memleketlerine giden öğrenciler için de uzaktan eğitim programı başlatılır.
Uzaktan eğitimdeki kalitenin yüzyüze yapılan ders kadar olmaması bir tarafa, pandemi sebebi ile bir buçuk sene boyunca zaten kapalı kalan üniversitelerde şimdi aynı sistemin yeniden uygulamaya konması, öğrencilere yalnızca iki senelik yüzyüze eğitimden sonra diploma dağıtılması ile neticelenecektir.
Diplomanın böylesinden gelin de hayır bekleyin!
Çok daha basit ve rasyonel çözümler mevcut iken üniversiteleri kapatıp uzaktan, yani ekrandan suretâ eğitimi âdet edindiğimiz takdirde Osmanlı zamanının meşhur Maarif Nâzırı Emrullah Efendi’nin şaka niyetine söylediği “Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim” sözünü doğrulamamız bir yana, bundan böyle rektörlere de ihtiyaç hissetmeyiz, YÖK’e de!