Beşşar'ın koltuğunun ilk sahipleri, Yıldız Sarayı'ndan yetişmiş bu iki Osmanlı idi
Bugün sadece bizim değil, neredeyse dünyanın derdi hâline gelmiş olan Suriye’nin lideri Beşşar Esed’ın makamının, yani Suriye Cumhurbaşkanlığı koltuğunun geçmişini, o koltukta kimlerin oturduğunu bilir misiniz? Beşşar’dan çok önceki senelerde, Suriye Cumhurbaşkanlığı makamına Yıldız Sarayı’nda yetişmiş iki kişi geçmişti! Suriye’nin Fransız mandası altında bulunduğu senelerde cumhurbaşkanı olanlardan biri Sultan Abdülhamid’in damadı idi, ülkenin bağımsızlığını kazanmasından sonraki ilk cumhurbaşkanı da, yine Abdülhamid’in yakın çevresinde yetişmiş bir isimdi... İşte, Beşşar Esed’den çok zaman önce, Şam’da cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan bu iki kişinin öyküsü...
GALATASARAY’DAN PARİS’E GİTTİ
Fransızlar, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Suriye’yi işgal ettiler ve ülkede Fransız mandası tesis edildi. Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Arap İsyanı’nı başlatan Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ın 1920’de sadece dört ay devam eden krallığının ardından, iktidarı tamamen eline aldı, Suriye askerî valiler tarafından idare edildi ve çıkan ayaklanmalar kanlı bir şekilde bastırıldı. Fransa, 1922’den itibaren Şam’da göstermelik bir devlet başkanlığı makamı oluşturdu. İlk cumhurbaşkanı Suphi Bereket’in ardından bu makama François Pierre-Alype adında sömürgeler dairesinin bir yöneticisi getirildi, Pierre-Alype’yi 1926’da Ahmed Nami Bey takip etti ve iki sene boyunca Suriye’de cumhurbaşkanlığı yaptı. Gençliği İstanbul’da geçen ve Sultan Abdülhamid’in damadı olan Ahmed Nami Bey’in öyküsünü, bu sayfadaki kutuda okuyabilirsiniz... Suriye Cumhurbaşkanlığı makamına, 1932 Temmuz’unda yine İstanbul’da yetişmiş bir başka kişi getirildi: Mehmed Ali Bey veya Şam’daki ismi ile Muhammed Ali el-Âbid... Mehmed Ali Bey, İkinci Abdülhamid’in iktidar yıllarında padişahın sırdaşı ve devletin hükümdardan sonra gelen en güçlü ismi olan İzzet Holo Paşa’nın oğlu idi... Tarihlere “Arap İzzet” diye geçen İzzet Holo Paşa, Şam’da 1852’de doğmuştu ve kanında Araplıktan Kürtlüğe, Çerkeslikten Türklüğe kadar imparatorluğun hemen her unsurunun genleri vardı. Çok iyi bir tahsil görmüş, 1890’larda Abdülhamid tarafından saraya alınmış ve zamanla hükümdarın en güvendiği adamı olmuştu. Padişahın dış dünya ile temasının sağlanması, memlekette olup bitenler hakkında haberdar edilmesi ve devlet birimleri arasında koordinasyon gibi işlerin yanısıra hükümdarın gizli yahut pek de etik sayılmayan temaslarını, senelerce Arap İzzet Paşa yürütmüştü.
WASHINGTON ELÇİSİ OLDU
Derken, 1908’de meşrutiyet ilân edildi, bir sene sonra 31 Mart olayı yaşandı ve Abdülhamid tahtından indirilip sürgüne gönderildi. Sabık hükümdarın yakınlarının hayatları tehlike altındaydı ve İzzet Paşa da Abdülhamid’in birçok yakınının yaptığını yapıp Türkiye’yi terketti. Önce Avrupa’ya gitti, oradan Mısır’a geçti, büyük bir servete sahip olduğu için hiç sıkıntı çekmedi, hep refah içerisinde yaşadı ve hayattan 1924’te, Kahire’de ayrıldı. İzzet Paşa’nın değişik hanımlardan tam 17 çocuğu olmuş ama bunların dördü hayatta kalabilmişti. Çocukları, imparatorluğun yıkılması üzerine bulundukları ülkelerin vatandaşlıklarını aldılar. Paşa’nın büyük oğlu Mehmed Ali Bey 1967’de Şam’da doğmuş, babasının İstanbul’a gelip Abdülhamid’in hizmetine girmesinden sonra Galatasaray Lisesi’ni bitirmiş, Paris’te hukuk fakültesinden mezun olmuş ve bir ara Osmanlı İmparatorluğu’nun Washington Büyükelçiliği’ni yapmıştı...
LÜBNAN’IN KURULMASINI KABUL ETTİ
Ailesinin Türkiye’den ayrılmasından sonra Suriye’ye dönüp oranın teb’asına geçti. Önce maliye bakanı oldu, 11 Haziran 1932’de de cumhurbaşkanı seçildi. Ortadoğu, o günlerde karmakarışıktı. Asırlar önceki haçlı seferlerinden sonra kendi toprağı gibi gördüğü Suriye’yi işgal altında tutan Fransa’nın, hâkimiyetini devam ettirebilmek için sınırlarda bazı değişiklikler yapması gerekiyordu ve değişiklik, o zamana kadar devlet olarak varolmayan Lübnan’ın müstakil hâle getirilmesiydi. Fransızlar, Suriyeliler’in kendi toprakları olarak gördükleri Lübnan’ı ayrı bir devlet yapmak için 1926’nın 23 Mayıs’ında bir anayasa hazırladılar. Lübnan, bu anayasaya göre Fransız idaresinden sonra artık bağımsız bir devlet olacaktı ama karar Suriye’yi karıştırdı. Eski Suriye Krallığı’nın ve Emevi İmparatorluğu’nun vârisi olduklarına inanan Arap entellektüeller yeni devlete karşı çıkıyorlardı. Fransa’nın hayâlini hayata geçiren, Arap İzzet Paşa’nın oğlu Mehmed Ali Bey oldu, 1934’te Fransızlar ile Suriye’nin bağımsızlığı meselesini görüşmeye başladı ve bağımsızlık karşılığında Lübnan’ın Suriye’den ayrılmasını kabul etti. Ortadoğu’da asırlar boyunca “Lübnan” diye bir ülke, “Lübnanlı” diye bir millet yoktu ve bölge, Suriye’nin uzantısı kabul edilirdi. Ama tarih İstanbul’dan Washington’a, oradan da Şam’a uzanan ardarda cilveler yaptı ve Lübnan, işte bu cilvelerin neticesinde doğdu.
KIZDILAR, TÖRENLE DEFNETTİLER
Şam, bu karar üzerine daha da karıştı ve anlaşmaya karşı çıkanlar “Ulusal Cephe” adını verdikleri bir muhalefet grubu kurdular. Cephe’nin halkı sokaklara döküp genel grev ilân etmesi üzerine Suriye’deki manda idaresi hayli sıkıntıya girdi. Mehmed Ali Bey 1936’nın 21 Aralık’ında cumhurbaşkanlığından ayrıldı, yerini Ulusal Cephe’nin lideri Haşim el-Attasi aldı ve el-Attasi de Lübnan’ın bağımsız olması karşılığında Suriye’ye kademeli bir bağımsızlık veren anlaşmayı imzalamak zorunda kaldı. Arap İzzet Paşa’nın oğlu olan sâbık cumhurbaşkanı Mehmed Ali Bey de, Suriye’den ayrılıp Güney Fransa’nın Nice şehrine yerleşti, orada refah içerisinde yaşadı, 1939’da Nice’de öldü ve Suriyeliler, daha önce “Lübnan’ı satmakla” suçladıkları eski başkanlarının cenazesini Şam’a götürüp büyük bir devlet töreniyle defnettiler. Fransa ise, 1936’da bağımsızlık verdiği Suriye’yi 13 sene sonra, ancak 1946’da boşalttı. Mehmed Ali Bey, Lübnan’ın kuruluşuna karşı çıkmadığı için birçok Suriyeli tarafından bugün bile hoş olmayan bir şekilde yâdediliyor... Arap İzzet Paşa’nın oğlu, Fransızlar’ın baskısıyla kabul etmek zorunda kaldığı Paris Anlaşması ile bize aslında büyük bir iyilikte bulunmuş, Hatay’ın topraklarımıza katılmasını Paris Anlaşması’nın bazı maddelerini lehimize hukukî dayanak yaparak sağlamıştık.
Sultan Vahideddin’in cenazesini kaldırmak, Abdülhamid’in Suriye’ye başkan olan damadı Ahmed Nami Bey’e düştü
SURİYE’nin önde gelen ailelerinden birinin çocuğu olan Ahmed Nami Bey 1873’te Beyrut’ta doğdu, Galatasaray Lisesi’ni bitirdi ve 9 Ağustos 1911’de, Bebek’te Sultan Abdülhamid’in kızlarından Ayşe Sultan ile evlendi.
Bu evlilikten Ömer ve Osman isminde iki oğlu olan Ahmed Nami Bey 1919’da Ayşe Sultan’dan ayrıldı, 1921’de yine İstanbul’da bir başka hanımla evlendi, sonra Türkiye’den ayrıldı, Şam’a yerleşti ve 1926’nın 28 Nisan’ı ile 1928’in 15 Şubat’ı arasında Suriye’nin cumhurbaşkanlığını yaptı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı olan Sultan Vahideddin, sürgünde yaşadığı İtalya’nın San Remo kasabasında 16 Mayıs 1926 gününün akşamı vefat etmiş ve cenazesi ortada kalmıştı.
O tarihte en kalabalık Müslüman teb’aya sahip olan İngiltere’nin yanısıra Türkiye’nin de Sultan Vahideddin’in cenazesini kabul etmemeleri üzerine sâbık hükümdarın cenazesinin defnedileceği bir Müslüman memleket arayışı başlamıştı. Cenazeyi sadece Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Nami Bey kabul etti, Sultan Vahideddin’in tabutu bir gemi ile önce Beyrut’a, oradan da trenle Şam’a götürüldü ve istasyonda Ahmed Nami Bey tarafından askerî törenle karşılandı. Suriye’yi işgal altında bulunduran Fransızlar törende hiçbir Fransız askerinin ve sivil yetkilisinin bulunmasına izin vermedikleri için tabutu trenden Suriye askerleri indirdiler ve cenaze Haziran ayının son günlerinde, Şam’daki Selimiye Camii’nin avlusuna defnedildi. Fransız Dışişleri Bakanlığı ile Suriye’deki Fransız Yüksek Komiseri Reffye’nin getirdiği bütün sınırlamalara rağmen, sâbık kayınpederi Abdülhamid’in kardeşi Sultan Vahideddin’in cenazesini merasimle kaldırmak, hanedanın 1962’de Beyrut’ta vefat eden damadı Ahmed Nami Bey’e düşmüştü..