Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SULTAN Abdülmecid'in torununun çocuğu olan Fevziye Osmanoğlu Paris'te bu hafta vefat etti ve şehrin banliyölerinden Thiais'deki Müslüman mezarlığında toprağa verildi.

        Paris Camii'nde yapılan cenaze merasiminin görüntüleri gazetelerimizde iki gün boyunca yeraldı, camiye sadece 25-30 kişinin geldiğinden bahsedildi, cenaze namazına katılanların arasında blucinli ve spor ayakkabılı kişilerin bulunması bir "ayıp" ve nerede ise "rezalet" diye gösterildi.

        Sanki bizdeki cenazelerde erkekler sadece smokin, frak yahut jaketatay giyerlermiş ve nakil vasıtası olarak da siyah limuzin kullanılırmış gibi...

        İLK RESİM 1994'TE YAYINLANDI

        Haber işte böyle blucin ve spor ayakkabı üzerinden verildi, zira haberleri hazırlayanlar sürgünde vefat edenlerin cenazelerinin ne zorluklarla kaldırıldığını ve cemaati kimlerin teşkil ettiğini pek bilmedikleri ve Türkiye'deki cenazeleri de hatırlarına getirmedikleri için Paris'teki görüntüleri tuhaf bulmuşlardı...

        Bilmeyenler için kısaca yazayım: Cenazenin kaldırıldığı Paris Camii 1920'li senelerde inşa edilmiş, caminin yönetiminde o tarihten sonra genellikle Faslılar ve Cezayirliler söz sahibi olmuş, Mısırlılar arasında arada bir hâkimiyet mücadelesi yaşanmış ama personel ile cemaatin ekseriyetini her zaman Kuzey Afrikalı Müslümanlar teşkil etmiştir.

        Fevziye Osmanoğlu'nun cenaze namazı kılındığı sırada ön safta bulunan, basınımızın blucin ve spor ayakkabı giydikleri için eleştirdiği kişiler camiin Kuzey Afrikalı personeli ile mutad cemaatinin mensuplarıdır...

        Ve, meselenin daha önemli bir tarafı: Gurbette vefat eden bir Türk'ün, özellikle de bir padişah torununun cenazesine 20-30 kişinin katılmasına ve cenaze namazında birkaç sıra teşkil edecek kadar cemaatin hazır bulunmasına şaşırmak ve eleştirmek yerine şükretmek gerekir!

        Çok değil, bundan yirmi sene önceki bir cenazeden örnek vereyim:

        Yurtdışında vefat eden bir hanedan mensubunun Türk basınındaki ilk cenaze görüntülerini, 1994'te ben yayınlamıştım ve o cenazede namazı sadece dört kişi kılmıştı!

        MEZARCI DAHİL 11 KİŞİYDİK

        İşte, fotoğrafını da gördüğünüz yirmi sene önceki cenazenin öyküsü:

        Sultan Abdülhamid'in torunu ve Osmanoğlu ailesinin o zamanki "reisi" olan Şehzade Mehmed Orhan Osmanoğlu, 1994'ün 12 Mart'ında Güney Fransa'nın Nice şehrinde vefat etmiş ve cenazesinde sadece on kişi hazır bulunmuştu. Bu on kişiden üçü Orhan Efendi'nin yeğenleri, yani aile mensupları, ikisi yeğenlerinin Fransız olan eşleri, biri yakın dostu olarak bendeniz, dördü de cenaze namazının kılınabilmesi için yabancı işçilerin gittikleri bir kafeden bulduğumuz Tunuslular idi. Fransız mezarcıyı da ilâve ettiğiniz takdirde, 11 kişi...

        Mehmed Orhan Efendi, Sultan Abdülhamid'in oğullarından Şehzade Abdülkadir Efendi'nin oğluydu. 1909'da, büyükbabasının tahttan indirilmesinden hemen sonra Serencebey Yokuşu'ndaki bir konakta doğdu ve çilelerle dolu bir hayat sürdü.

        MOĞOL TAHTI TEKLİF EDİLDİ

        1924 Mart'ında, 15 yaşında iken ailesinin bütün mensuplarıyla beraber sürgüne gönderildi. Annesiyle babası boşanmıştı, bir müddet babası Abdülkadir Efendi ve diğer kardeşleri ile Macaristan'da kaldı, sonra tek başına Lübnan'a gitti, oradan Mısır'a geçti ve hiçbir memleketin vatandaşlığını almadan 70 sene boyunca bir memleketten ötekine dolaştı, durdu.

        1930'lu senelerde Lübnan'da yaşayan kuzeni Şehzade Abdülkerim Efendi ile beraber Uzakdoğu'da bir maceraya atıldı, Hindistan ve Singapur üzerinden Japonya'ya gittiler. Japonlar, Rusya'nın hâkimiyeti altında olan Türkistan ile Moğolistan'da kendilerine bağlı bir imparatorluk kurmak istemişler ve Türkistan tahtınıAbdülkerim Efendi'ye, Moğol tahtını da Mehmed Orhan Efendi'ye teklif etmişlerdi. Her iki şehzade birkaç ay Uzakdoğu'da kaldılar, sonra ne oldu ise oldu, herşey tersine döndü ve Japonya'dan gizlice New York'a geçtiler. Abdülkerim Efendi, New York'ta kaldığı küçük bir otelde 1935 Ağustos'unda öldürüldü; Orhan Efendi izini kaybettirmek için bir vapurla Güney Amerika'ya gitti, orada birkaç sene teneke fabrikalarında çalıştı ve daha sonra Lübnan'a döndü.

        MEZARLIKTA BEKÇİLİK YAPTI

        Lübnan'da onu artık yeni bir hayat bekliyordu. Seneler boyu Beyrut ile Şam arasında taksi şoförlüğü yaptı, İkinci Dünya Savaşı'ndan önce Arnavutluk'a gitti, Kral Zogo'nun kızkardeşlerinden biriyle nişanlandı amaZogo'nun savaştan sonra memleketini terketmesi üzerine nişan bozuldu ve şehzade Mısır'a geçti. Orada evlendi, bir kızı oldu, sonra boşandı, Mısır'dan da ayrılıp Fransa'ya gitti, yeniden evlendi, bu defa bir erkek çocuk sahibi oldu ama yine boşandı ve tek başına yaşamaya başladı.

        Artık, Avrupa'nın değişik memleketlerinde şoförlük yapacak, hem taksilerde çalışacak, hem de yeni satın alınmış olan otomobilleri fabrikalardan alıp Avrupa'nın dört bir yanındaki müşterilere götürecekti.

        Mehmed Orhan Efendi'nin son vazifesi, Paris'teki Amerikan askerî mezarlığının mihmandarlığı ve bekçiliği idi!

        Mezarlık bekçiliğinden emekli olduktan sonra Güney Fransa'nın Nice şehrinde tek odalı bir eve yerleşti. Amerikalılar'dan emekli aylığı alıyordu ama bu aylık Fransa'daki asgari ücretin de altındaydı. Gözleri artık pek görmüyor, günleri evinin ilerisindeki bir kafe ile arada bir öğle yemeği yemek için gittiği havaalanı arasında geçiyordu.

        Ben, Orhan Efendi ile 1980'lerin başında tanıştım ve çok yakın dost olduk. 1990 Temmuz'unda, sürgünün üzerinden tam 68 sene geçtikten sonra benimle beraber İstanbul'a geldi, birkaç gün kaldıktan sonra tekrar Nice'e döndü.

        KAFEDEN ADAM TOPLADIK

        Mehmed Orhan Osmanoğlu, hayata 1992'nin 12 Mart'ında veda etti. Haberi alır almaz hemen Nice'e gittim ve Orhan Efendi'yi 14 Mart günü öğleden sonra Nice'in "Batı Yakası Mezarlığı"na defnettik.

        Ama nasıl?...

        Müslüman mezarlıkları çok pahalı idi, cenazesine katılan üç kuzeninin de o masrafı ödeyebilecek maddî gücü yoktu ve Osmanlı tahtının o zamanki vârisi için "karma", yani Müslümanlar ile Hristiyanlar'ın beraberce yattıkları "Batı Yakası" mezarlığında karar kılındı. Cenaze namazını bir kafede bulup rica-minnet getirdiğim dört Tunuslu kıldı, Tunuslular'dan biri imamlık etti ve Mehmed Orhan Efendi'yi biraz ilerisinde ağaçtan yapılmış koskoca bir haçın dikili olduğu mezara defnettik.

        Dolayısı ile, rahmetli Fevziye Osmanoğlu'nun Paris Camii'ndeki cenaze namazına katılanlardan bazılarının blucinli ve spor ayakkabılı olmalarını bahane edip eleştirmek yerine, "Namaz, neyse ki haçların gölgesinde değil, bir camide, cemaatle ve düzgün şekilde kılındı" diye teselli bulmak gerekir.

        Diğer Yazılar