Mehmet Naci Bey, Boğaziçi'ne zarar veren bir tavır içindesiniz
Boğaziçi’nde yaşanan gelişmeler maalesef dün bu köşede yazdığım endişelerimi doğrular nitelikte ilerliyor.
Türkiye’nin yüksek öğretim alanında tartışmasız 1 numaralı markası Boğaziçi.
Her anne-babanın çocukları üniversite sınavlarına girdiğinde en çok hayalini kurdukları okul. İşte şimdi bu okulun büyük zarar görmesinden korkuyorum.
Boğaziçi’ni Boğaziçi yapan ve gençlerinin birinci tercihi olmasını sağlayan kültürün tarumar olma ihtimali beni ürkütüyor.
Melih Bulu yerine vekaleten atanan Mehmet Naci İnci ilk icraat olarak okulun sevilen hocalarından Can Candan’ın görevine sorgusuz sualsiz son verdi. İşe başlar başlamaz çok yanlış bir iş yaptı.
Bu, var olan ve sönme eğilimine giren Boğaziçi yangınına benzin dökmek değildir de nedir Mehmet Naci Hoca? Ne yapıyorsunuz Allah aşkına?
Siz 27 senelik Boğaziçi hocasısınız. Boğaziçi geleneğinde bir öğretim görevlisinin içinde olduğu bölümün ve fakültenin diğer akademisyenlerinin görüşü alınmadan “okuldan atma” gibi bir işlem gerçekleşemez. Zaten bu kurumsal kültür ve gelenek sebebiyle Boğaziçi diğer tüm Türk üniversitelerinden farklıdır.
Şu son 5 senelik dönemde bile YÖK de bu kadim geleneğe ve kültüre saygı duydu. Bir tek Boğaziçi Hocası bu şekilde apar topar üniversiteden atılmadı. Oysa diğer üniversitelerimizin büyük çoğunluğunda akademisyenler birbirileriyle ilgili iftira ve ihbar yarışına girerek bizzat kendileri okullarını mahvettiler.
Hatta kendine “liberal” diyen hocalar bile dekanlık, rektörlük vs koltuğu uğruna en yakın dostlarına iftiralar attılar, onları hapse attırdılar. Aksaray Rektörü iken yakın arkadaşının uydurma ihbarıyla haksız yere tutuklanan sonrasında yapılan yanlışlık anlaşılınca serbest bırakılan ve başka bir üniversitede yeniden göreve başlayan Mustafa Acar örneği çok çarpıcıdır.
Mevcut Türkiye koşullarında bile Boğaziçi, kurumsal özerkliğine ve akademik özgürlüklere önem veren yapısını hep korudu. Tıpkı benim öğrencisi olduğum 1996-2001 döneminde talebelerin başörtüsü özgürlüğü konusunda özerkliğini ve özgürlükçülüğünü inadına koruduğu gibi.
Sayın Mehmet Naci İnci, eğer siz “Ben yaptım oldu” derseniz bu üniversite Boğaziçi olmaktan çıkar ve öğrencilerinin bile hiçbir fakültesine saygı duymadığı tabela üniversitelerinden biri haline gelir.
TÜRKİYE, BOĞAZİÇİ GİBİ BİR DEĞERİNİ KAYBETMEMELİ...
Dün okulun sevilen hocalarından Prof. Dr. Betül Tanbay’dan dinledim. Melih Bulu’nun atandığı 2 Ocak’tan bugüne kadar her Pazar neredeyse istisnasız tüm Boğaziçi hocaları ortak zoom toplantısı yapıyorlarmış.
300’ü aşkın hoca gönüllü biçimde hiç kaytarmadan her Pazar uygar ve demokratik müzakere ortamında Boğaziçi’ni, o hafta olanları ve okulun geleceğini konuşuyorlarmış.
İnanılmaz bir sebat örneğidir bu.
Siyasi şov yok, yalan yok, riya yok. Sadece Boğaziçi’nin kurumsal kültürünü koruma kaygısı var.
Türkiye’deki hangi akademisyene sorarsanız sorun… Böyle uygar ve demokratik bir duruşu tüm akademisyenleriyle birlikte bu disiplinle gerçekleştirebilecek ikinci bir üniversite yok Türkiye’de.
İşte bu, Boğaziçi kültürüdür.
Dün de yazdığım gibi en zıt görüşlerdeki hocaları bile aynı zeminde tutacak bir ortak akademik iklim var Boğaziçi’nde.
Uygar ve barışçıl bir kültür bu. Henry David Thoreau tarzı bir sivil tavır. Bir takım oyunu.
Akademisyenler kimi üniversitelerdeki gibi sahte ve alaturka ego şovları yapmazlar Boğaziçi’nde. Bir tane bile Youtuber olmaya özenen ve ergen polemiklerine giren Boğaziçi Profesörü bulamazsınız. O akademik kültür buna izin vermez.
Boğaziçi hocalarının geçmişlerinde rektörün odasını basmak, dövmek ve bir de “devrimci” biyografilerinde bununla övünmek yoktur. Arabaları yakıp önünde poz vermek yoktur. Şiddet, silahla yaralama, adam kaçırma, banka soyma gibi “gençlik hareketleri” ile gurur duymak Boğaziçi hocalarının kültüründe hiçbir zaman olmamıştır.
Yukarıda hatırlattığım Henry David Thoreau tarzını anlamak aslında Boğaziçi medeniyetini anlamaktır.
Bu meseleyi takip etmeye devam edeceğim…