Kızılcık Şerbeti'ni susturamazsınız. Engizisyon yargısı bu!
RTÜK'ün Kızılcık Şerbeti üzerinden Show TV'ye yaptığı şeyin tek bir adı var: zulüm.
Korkunç bir operasyon bu.
Fakat hiç heveslenmesinler! Şu an bu ülkenin geriye kalan tek merkez medya grubu olan bizler direneceğiz!
Ne "Kızılcık Şerbeti" dizisini bitirebilirler ne de biz bu kurnazca yöntemlere teslim oluruz.
Sevgili okurlarım, bu konuyla ilgili Türkiye’nin alanında en önemli akademisyenlerinin bilimsel mütalaalarını sizlerle bu yazı sonunda ek dosyalar olarak paylaşıyorum. Lütfen “Kızılcık Şerbeti” sevenler bunları okusun…
Anayasa Hukuku, Ceza Hukuku, Psikiyatri, İletişim ve Gazetecilik alanlarında iki dekan, iki kürsü başkanının da olduğu 7 ayrı profesörün bağımsız olarak diziye ilişkin yaptığı değerlendirmede ortak sonuç şu…
Dizi özgürlükçü, kadına şiddete karşı ,kadın haklarına ve özgürlüğüne ve kimlik eşitlik mücadelesine odaklanmış bir dizidir. Kadına şiddeti övme ile uzak yakın ilgisi yoktur.
Tam aksine kadına şiddete karşı olan bilinçli kadını temsil etmektedir. RTÜK’ ün kararı temelden yanlıştır şeklinde ortak kanaat bildiriyorlar tüm uzman akademisyenler.
Buna rağmen Ankara 23. İdare Mahkemesi gerekçesiz şekilde yürütmeyi durdurma talebini reddediyor cuma akşamı saat tam 17’de.
Ankara 23. İdare Mahkemesi Başkanı Volkan Aydın’a soruyorum: Yukarıda bahsettiğim, yazının sonunda ek olarak görebileceğiniz mütalaalar okundu mu?
Bu mütalaalar yerine üç beş organizatörün sözde RTÜK şikayet hattı başvurusuna yaptığı şikayet başvurusuna dayalı olarak verilen RTÜK inceleme raporunu üstün tutmanızın sebebi nedir?
Kanal itiraz etmesin diye geç karar aldırmak ve bu cuma milyonlarca insanın beklediği bir diziyi sansürletmek buradaki temel amaç.
RTÜK tüm bunlara rağmen kararını aynen tekrar ediyor. RTÜK kararında da sözde RTÜK şikayet hattına çok sayıda şikayet geldiği söyleniyor. Reyting rekoru kıran bir dizide elbette beğenenler kadar eleştiren de olacaktır ama RTÜK şikayet hattına 1000 tane trol örgütleyip sözde şikayet var görüntüsüyle sanat özgürlüğüne bu şekilde ölçüsüz müdahaleler olmuş olamaz mi?
Bu konuda mahir bazı bağnaz tarikatların bu yolu kullanarak TV kanalları üstünde engizisyon yargısı oluşturmaya kalktığı çok açık. Manzara net bence. Bağnaz tarikatların dinci baskısıyla karşı karşıyayız.
Bu dizinin yerine kasten "İslamofobi" belgeseli koymak tam bir skandal. Sanki Kızılcık Şerbeti İslamofobik bir dizi gibi...
Ben bu haksızlığı ve adaletsizliği reddediyorum.
Seküler yaşam tarzına sahip bir insan olarak bu ülkede yaşayan dindarlara zorbalık ve baskı yapılmasın diye senelerdir mücadele eden bir gazeteciyim. Bu yüzden bir kesimden işitmediğim hakaret kalmadı. Bana olan laikçi nefretin kaynağı budur.
İslamofobi ile mücadeleyse bu noktada mütevazi olmam. En önde bayrak taşıyan insanlardan biriyim bu konuda.
Hem Kürdofobi hem İslamofobi hem Alevifobi ile elimden geldiğince mücadele ediyorum senelerdir. Göçmenlere yönelik nefret ve linç kampanyalarına karşı da aynı şekilde farkındalık yaratmaya çalışıyorum.
Antisemitizm, Ermenifobi, Rumofobi ile savaşmaya çalışsam da boş zaten laikçi-dinci-ırkçı işbirliğiyle bu değerli insanlarımız ülkeden çoktan kovuldular.
Hayatımda en çok karşılaştığım sorulardan biri, "Madem bu kadar başörtülüleri, türbanlıları savunuyorsun o zaman sen neden türban takmıyorsun, sen de onlar gibi kapan, neden kapanmıyorsun böyle açık geziyorsun da o başı bağlıları savunup duruyorsun?" oldu.
Senelerce bu bağnaz laikçi kesime "Ben seküler bir insanım ama dindarların hakları ve özgürlükleri için de kendimin hakları gibi sonuna kadar mücadele ederim" ahlakını yani liberal-demokrat olmayı anlatamadık.
Siyasal liberalizmden laikçi-dinci herkes nefret etti bu ülkede ve geldiğimiz nokta bir kimlikler cehenneminden farksız.
Emine Erdoğan bir Başbakan'ın eşi olduğu halde henüz GATA'ya başörtüsü yüzünden alınmazken, hala başörtülü kadınlara milletvekili olmak yasakken hatta avukat olarak duruşmaya bile başörtülü girilemezken zalim bir emekli generale ekranlarda "Başörtülü kadınlar vali de olacak, büyükelçi de olacak, sizin gibi general bile olabilecek" diye haykırmışlığım vardır. O darbeci general delirip elindeki bardağı canlı yayında kafama atmaya kalkmıştı. Tayyip Bey çok iyi hatırlayacaktır bu hadiseyi. Bizzat o yayını izlediğini biliyorum.
İslamofobi ile bu mücadeleyi vermiş bir yazar olarak "Kızılcık Şerbeti"ne yapılan adaletsizliği reddediyorum.
Eğer bu diziden İslam misyonerliği bekleniyorsa bu asla olmayacak. Dizi hem laik kesimi hem dindar kesimi tenkit etmeye devam edecek.
Show TV, ne Kanal D ne ATV ne Star TV ne tv8. Eğer bu diğer dört kanalda oynasa çoktan "Kızılcık Şerbeti" bitirilmişti ya da dönüştürülmüştü.
Fakat , FOX ya da Halk TV de değildir.
Umut'un annesi başörtülü Nursema'yı gördüğünde önyargıyla "Kızım hadi şu arka odadan bezleri al. Ortalığı ve camları silip süpürmeye başla bakayım" dediğinde ADD Başkanı Hüsnü Bozkurt ve ekibi gibi aşırı laikçi çevrelerden "Böyle bir laik kesim yok Türkiye'de. Bunlar AKP propagandası" diye tepkiler geldi.
Bu bağnaz laikçi tepkilere de Yusuf Kaplan benzeri bağnaz dinci tepkilere de aldırmadık ve aldırmayacağız.
Oysa başörtülü insanlara senelerce "temizlikçi gündelikçi" muamelesi yapıldı, hala yapılıyor. Bu bir gerçek. Başörtülü kadınlar, Hüsnü Bozkurt gibi zihniyetler tarafından aşağılanıyor.
Öte yandan AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin gibi onurlu kadınların da düşmanı olan Yusuf Kaplan gibi zihniyetler de kızlarına Nursema'ya yapıldığı gibi dinci baskılar yaptılar, yapıyorlar ama başörtülü kadınlar da Nursema gibi bu bağnaz kafaları dinlemiyorlar artık. Özgürlüklerini ilan ediyorlar. Tıpkı Umut'un annesini dinlemediği gibi.
"Kızılcık Şerbeti" bu çığlıktır. Bu dizi bir adalet arayışıdır.
Elbette sosyolojik hataları olabilir. Ekonomik olarak üst segment ve eğitim düzeyi görece yüksek bir aileyi fazla ataerkil resmetmiş bu dizi. Nursema'nın kasabalı ev kızı gibi gösterilmesi yanlış. Bunları da Melis Civelek yeni bölümlerle şekillendirir. Demokrat tenkitlerden istifade edeceğine eminim.
Fakat sansür ile, baskı ile, zorbalık ile Kızılcık Şerbeti fenomenini susturamazsınız. RTÜK bu gerçeği görmeli...
Prof.Dr. Nuran Yıldız ve Dr. Öğr. Üyesi Beris Artan Özoran'ın görüşü Prof. Dr. Muharrem Özen'in hukuki görüşü Prof. Dr. Ali Murat Vural'ın görüşü Prof. Dr. Süleyman İrvan'ın görüşü Prof. Dr. Adem Sözüer, Prof. Dr. Bengi Semerci ve Dr. Öğr. Üyesi Volkan Aslan'ın bilimsel mütalaası