Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Halk nefesini tutmuş Binali Yıldırım-Ekrem İmamoğlu yayınını bekliyordu.

        Didem Arslan Yılmaz’la Habertürk’ün ülke gündemine soktuğu yayın fikri, başka platformda ve başka bir moderatörle hayata geçmiş oldu. Günün sonunda 20 yıllık bir aradan sonra yapılan bu ilk canlı açık oturumu kazasız belasız yürütmek oldukça zordu. İsmail Küçükkaya adil davranmaya, tarafların hakkını birbirlerine yedirmemeye, sürelere dikkat etmeye, iki adayın birbirinin sözünü kesmesine engel olmaya çalıştı. Güzel.

        Ancak "Yayın tatmin edici miydi?" sorusunun cevabının maalesef "Hayır" şeklinde olduğu da ortada.

        Neden?

        Doğası gereği "hardtalk" stilinde olması gereken bir münazarada, münazara yoktu da ondan.

        Faturayı kendi sabah programını yıllardır başarılı biçimde yapmaya devam eden bir gazeteciye kesmek işin kolayına kaçmak olur. Ben "O protokol ile ancak bu kadar olur" diyenlerdenim. Protokole sadık kalma çabası, haliyle enerjinin düşmesine neden oldu. Kuralları medyanın, gazeteciliğin değil, siyasetin belirlediği bir düzlemde, bu kadar.

        Kimse şapkadan tavşan çıkaramadı ama...

        Yayına dair gözlemlerim; notlarım şöyle:

        * Ortada hem münazara yapmama protokolüne bağlanmış bir oturum vardı hem de her iki aday da sakin kalmak; dolayısıyla muhatabın tabanını konsolide etmemek stratejisini benimsemişti. Açık oturumun teatral kalması mukadderdi.

        * Moderatör İsmail Küçükkaya daha yayından günler önce savunma pozisyonuna sokulmaya çalışıldı. Üzerindeki baskı yayın sırasında hissediliyordu.

        * Her konunun, her sorunun cevabının 3 dk ile sınırlandırılması mantıksızdı. Bu kural nedeniyledir ki İmamoğlu’nun Yıldırım’a yönelttiği “Kime çaldılar diyorsunuz?” sorusunun cevabı netleşmedi. Oysa YSK sürecini ve "Çaldınız" ithamını adayların nasıl değerlendireceği izleyicinin en çok merak ettiği konuydu.

        * Tarafların "karşılıklı" oturmaları, birbirlerinin gözünün içine bakabilmeleri gerekiyordu ama oturma düzeni "yanlış" olduğu için, bu gerçekleşmedi.

        * Her iki tarafa da “23 Haziran’da kaybederseniz ne yapacaksınız? ‘Partim neyi uygun görürse onu yapacağım’ dışında, planınıza hedefinize dair ne söyleyebilirsiniz?” gibi önemli bir soru yöneltilmedi, ki bence bu önemli bir eksiklik. Çünkü İstanbullu, 23 Haziran’da da sonuç İmamoğlu lehine çıkarsa "Sırada ne var?" sorusunun cevabını samimi olarak merak ediyor.

        * Taraflara sorulacak sorulardan en az biri hakkında bilgi verilmeliydi. O da "mal varlığı" konusu. Taraflar bu sorunun sorulacağını peşinen bilip hazırlanarak gelmeliydi. Bu konu "Malvarlığınızı açıklama talebi var, ne dersiniz?" diye geçiştirilecek bir konu değil. Halk artık oy verecekleri kişilerin siyaseti servet edinme aracı olarak kullanıp kullanmadıkları konusunda daha hassas. AK Parti tabanı dahil, gün geçtikçe daha fazla yükselen bir şeffaflık talebi söz konusu. İki tarafın da anlaşmış gibi "Evet tabii gerekirse açıklarız” deyip mesele geçiştirmelerine izin verilmesi, yayını merakla beklerken #malvarlığı hashtagi yapan onbinlerce sosyal medya kullanıcısını görmezden gelmek oldu.

        * Her iki taraf da çok az yeni şey söyledi. Genel olarak daha önce söylediklerini tekrar ettiler.

        * Ordu Valisi'ne hakaret meselesinde İmamoğlu’nun "Basit dedim" açıklamasındaki basitlik devam etti, deşilmedi. Aynı şekilde, İmamoğlu’nun "israf" suçlamalarına referans gösterdiği Sayıştay raporunun Binali Yıldırım tarafından okunmadığının ortaya çıkması Yıldırım aleyhine ciddi bir zayıflık görüngüsü oluşturdu. Ama bu konu da deşilmedi.

        * İmamoğlu’na yönelmiş "Pontuscu" ithamı, “İmamoğlu kazanırsa İstanbul Constantinopolis olur" yollu imalar ve bunların seçim sonrası İstanbullunun bütünlüğüne etkisi konusuna neden girilmediğini anlamadım.

        * İmamoğlu’nun gösterdiği kağıtların mütemadiyen parlamasına mana veremedim. Sunmaya çalıştığı yeşil alanlar, rakamlar, veriler zaman zaman gümbürtüye gitti. Ancak bu, seçilen kağıt tipine dikkat edilmemesiyle ilgiliydi, yani İmamoğlu’na eksi yazacak bir durum oldu.

        * Yıldırım ulaşım konusu açılınca coştu, rakamlara hakimdi ve İstanbul’u teknoloji şehri yapma ile ilgili vaatlerindeki gerçekçilik duygusunu izleyiciye geçirebildi. Projeleri olan, gerçekçi, olgun, seçilirse rolünü ve başarısını abartmayacak bir profil çizdi.

        * İmamoğlu ise programı "muhafazakar izleyiciye" ulaşmak açısından doğru kullandı. Belediyelerde alkol konusuna sıcak bakmadığına, Beylikdüzü Belediye Başkanlığı döneminde havuzlarda kadın erkek ayrı zaman diliminin kullanıldığına dikkat çekmesi İstanbul’u kazanırsa hayat tarzı rövanşizmine gitmeyeceğini göstermesi bakımından başarılı bir stratejiydi; en azından katılımcılardan biri yeni bir şey söylemiş oldu. Partisiyle çelişme pahasına, CHP’deki bazı belediye başkanlarının "mültecilerle" ilgili çirkin görüşlerini ve tutumlarını benimsemediğini açıklamış olması da iyi bir hareketti. Ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde İstanbul’daki 500 bin Suriyeli mültecinin yerleşimleri, istihdamları ve sorunlarının yönetilmesine yönelik hiçbir çalışma yapılmadığı şeklinde bir iddiası da oldu ki, doğruysa vahim bir bilgi. Bu konu da derinleştirilmesi gereken ama malum "3 dk" engeline toslayıp havada kalan meselelerden oldu.

        * Küçükkaya, önce Uğur Dündar’a teklif edilmiş ve Uğur Dündar’ın bile reddettiği bir programı kazasız belasız bitirmek zorunda olduğu gerçeğiyle yüzyüzeydi. Yine de risk alabilirdi ve kuralları esneterek, izleyici için çok önemli olan soru ve konuların cevapsız kalmasını önleyebilir, daha akıcı ve heyecanı korunan bir program yapabilirdi denilebilir. Ancak asıl risk almayan adaylardı gibi bir görüntü vardı. Protokolde uzlaşan da ait oldukları partilerdi zaten.

        * Sonuçta, her şeye rağmen bu yayının sadece gerçekleşmiş olması bile, demokrasi açısından küçük ama umut verici bir adımdır.

        * Ait olduğu partinin teamülünü değiştirme pahasına yayın fikrini kabul eden ve gerçekleşmesini sağlayan Binali Yıldırım’ı kutlamak gerekir. Binali Yıldırım canlı yayında rakibiyle karşı karşıya kalmaktan kaçınan siyasetçi teamülünü yıktı. Bundan sonra her AK Partili aday en az Binali Yıldırım kadar cesur olmak zorunda.

        Diğer Yazılar