Darbe korkusu yayarak toplumun ayarlarını mefluç etmek
Bir darbe iması ve ithamı var ki, almış başını gidiyor.
İktidar partisinin mahallesinden bazı figürler bu iddiayı ciddiye alarak muhayyel muhataplarını tehdit ediyor.
Darbeyi asker yaptığına göre, tehditlerin ya da meydan okumaların hiç değilse bir kısmının da askeri muhatap alması icap eder öyle değil mi? Çünkü hangi kılığa, hangi ideolojiye ya da kimliğe bürünmüş olursa olsun sonuçta tam teşekküllü bir darbe ancak asker eliyle olur.
Ama hayır, askere tek laf yok, ima da yok.
Olsun demiyorum, dikkat edin. Darbeye maruz kalma olasılığından şikayet ediyorsanız ve fakat sadece bazı sivil kurumları hedef alıyorsanız; ordu içinde bir hareketlenme olduğu yönünde hiçbir detaylı inandırıcı gelişme yoksa ya da hareketlenme var ama çoğuna sahip olduğunuz medya organlarında bu haberlere yer vermek yerine gizlemeyi seçiyorsanız o zaman “Birileri darbe istiyor” iddianızın da endişenizin de samimiyeti sorgulanır diyorum.
Kim yapacak darbeyi?
Canan Kaftancıoğlu mu?
“Erken seçimle ya da bir şekilde gidecekler” cümlesindeki ‘bir şekilde’nin içerdiği ‘parantez’ sorunlu kabul edilebilir ama buradan bir darbe olasılığı çıkar mı? Özgür Özel’in cerbezesinin dozu kaçmış “Gidecekleeer!” cümleleri rahatsız edici olabilir ama rahatsız edici olan her muhalif söylemde darbe iması aramak yanlış olmaz mı?
Ayşenur Arslan’ın berbat videosunu da izledim. “CHP’nin de silahlı ya da silahsız bir şekilde direniş göstermesi lazım” gibi laflar ileri sürdüğü yayını. Üşenmedim yayının tarihini buldum. 28 Aralık 2014 tarihinde yapılmış bir yayın. Basit sözler değil ama eski. Ağız dolusu kınanmayı gerektiriyor ama tekrar ediyorum: Eski. Bugün bu sözleri “Darbe geliyor” çığırtkanlığına yormak anlamsız değil mi? Üzerinden beş yıl geçmiş yahu.
Yayının mecrası da Halk TV değil bu arada. Ulusal Kanal. Hani çok yakın zamanda bazılarının çıkıp yerli ve milli yayınlarını överek “Tez frekans tesis edile, Ulusal Kanal yedirilmeye!” diye buyurduğu kanal. Gerçek sahibi (Doğu Perinçek) her hafta hükümet medyasına konuk olan kanal.
O zaman soruyu tekrar sorabiliriz.
Darbeyi kim yapacak?
MİLLET O YETKİLERİ BİR DAHA DARBE OLMASIN DİYE VERMEDİ Mİ?
FETÖ artık darbe yapamaz. Darbe yapma/darbeyi destekleme olasılığı olan aktörlerin çoğu iktidarla arasını iyi tutuyor.
Kaldık yine Kaftancıoğlu’na, Özel’e. Ne yapacaklar gençlik teşkilatıyla mı yapacaklar darbeyi? İmamoğlu’ndan zabıta desteği mi isteyecekler sonra?
Bu ülkenin darbeli demokrasisini defalarca hatmettik ve bu ülkede aklı darbeye yatan kalmamıştır, artık kimse darbe hayali kurmaz da diyemeyiz.
Ancak incir çekirdeğini doldurmayan şeylerden darbe vehmine kapılmak son derece küçültücü.
Neden mi? Çünkü bu millet OHAL döneminde o kadar geniş, uçsuz bucaksız KHK çıkarma, kanun yapma yetkisini verdiyse, cumhurbaşkanlığı hükümet modeli gibi radikal bir değişime onay verdiyse, “Bir daha kimsenin darbe yapamayacağı bir ortam oluştur” diye verdi.
Sistem değişikliği ile yürütmenin azami ölçüde yetkilendirildiği bir modele geçildi. Okullar kapatıldı, kışlalar şehir dışına taşındı, TSK’da hak eden/hak etmeyen kişilerle ilgili pek çok işlem yapıldı, yerli milli unsurlar arasından pek çok kişi sırf ‘İslamcı’ ya da ‘dindar’ oldukları yani ucundan cemaatlere değmiş olabilecekleri düşüncesiyle en verimli çağlarında “Hadi koçum emekli oluyorsun” denilerek evlerine gönderildi. FETÖ’cü olmayan Kemalistlerden bazıları fazla muhalif oldukları için bazı uygulamalara maruz kaldı. Akrabalar, komşular aklından terörü de darbeyi de geçirmemiş yığınla insan ya gözaltına alınıp tutuklandı ya da en azından ifadesi alındı, yani yüzbinlerce insan işlem gördü, bir kısmı KHK’lı olduğu için işten atıldı aç kaldı eş dost yardımıyla yaşadı. Bunların tamamına sabredilmesinin, bunların tamamının hazmedilmesinin tek nedeni şuydu: “Devlet bunları bir daha darbe tehlikesiyle yüz yüze kalmamak için yapıyor”
Şimdi bütün bunlardan sonra kimsenin bu halka dönüp “Ama var ya darbe olabilir” filan deme hakkı yok. Ben bir vatandaş olarak vermiyorum bu hakkı.
Cumhur İttifakı’na iki çift lafım var:
Ortada koronavirüsle etkin mücadeleden dolayı AK Parti’nin puan kazanmasından rahatsız olan CHP’nin klasik huysuzluğundan daha fazla bir şey yok. Bunu bilmenize rağmen, kuyuya taş atıp delilerin çıkarmasına izin veriyorsunuz.
Onlar da taşı çıkaracağız derken çoğunlukla suyu kirletiyorlar.
Nitekim, Sevda Noyan diye biri çıkıyor, sırf onaylanmak için saçmalıyor. “Darbe olursa bizim aile 50 kişiyi götürür, biz çok donanımlıyız bu konuda” sözlerini ulusal yayın yapan bir TV kanalında söyleyebiliyor. Yetinmiyor, “Benim listem hazır” da diyor. “Sitede var, üç dört tane”.
Komşularından bahsediyor.
Bizim dinimizde ‘komşu’ üzerimizde hak sahibi olandır.
“Darbe olursa bu millet kendisini savunur” demeyip, ortada darbe olasılığına dair ciddi bir delil olmadan, ortada açık ve acil bir tehdit olmadan komşuları tehdit edebilmek, ‘önceden yapılmış listelere göre’ intikam alacağını duyurmak az buz bir ahlaki sapma değil.
Ama daha fenası başka bir ismin çıkıp, işin içine eşleri ve çocukları da dahil eden bir tehdit savurması.
Cumhurbaşkanından, nefret etmeyi meslek haline getirmiş olanların küfürbazlıklarına karşı had bildirmek için bu kadar büyük bir gaflete düşülebilir mi?
Oluyor işte.
Çünkü sadece Erdoğan’a da değil, devlette sözü geçen herhangi bir unsura sadakat turnuvasında ipi göğüsleyen olmak için itibarını yerle bir etmek artık ayıp sayılmıyor. Ne kadar show o kadar ‘köfte’. Köfte derken kasaptan geleni değil, darphanede basılanı kastediyoruz.
Bunlar alkış alacak, yaranacak diye toplumun ayarları mefluç oluyor.
Çünkü buna fırsat verildi. Kamp kızıştırmak ekmek kapısı oldu.
Yumruklu tükürüklü tehditli bol komplo teorili deli saçması varsayımlarla yapılandırılan tehdit algısı makul akla operasyon yaptı.
Makul olan gri yapay sentetik ve sıkıcı bir ‘şey’ olarak kodlandı, ilkesizlikle özdeş bir şey gibi sunuldu. Alınlarında “Kiralık ama satın da alabilirsiniz” yazan adamlar kadınlar sakin olmaya, adil olmaya, hukuka daveti davayı satmak olarak lanse etti.
Peki bu makul şahıslar, ülkedeki gidişattan endişeli olanlar kavgadan korkan kaçan insanlar mıydı?
Hayır. Kendi adıma şunu diyebilirim ki, ezilmiş bir topluluğun hukuku, başörtülü kadınların eğitim, meslek edinme ve mesleklerini yapabilme hakkı, Türkiye’nin sivilleşmesi, yasada ‘yetkili organlar’ diye belirtilen resmi ideolojinin vesayet uzuvlarına karşı milletin egemenliği, otoriter laiklik anlayışının sebep olduğu travmaya karşı demokrat ve inançlara saygılı bir hukuk devleti, milletin verdiği yetkinin pelerini altına gizlenerek kendi zümre/grup ajandasını işletmeye çalışan her türden vesayet odağına karşı TBMM’nin sahip olduğu yetkilerin üstünlüğü ve meşruluğu için pek çok kez kavga ettim. Şimdi bana saldırtılan çoluk çocuk hatırlamaz, ama ben Kemal Alemdaroğlu ile TV ekranında tartışmak zorunda olduğumuz dönemlerden, en temel haklar için bile bir cellatla vuruşmanın gerektiği zamanlardan geliyorum. Zordu ama hikayesi ve amacı olan mücadeleler onlardı. Şimdiki kayıkçı kavgaları değil.
İYİ HABER: DARBE OLMAZ
KÖTÜ HABER: SOĞUK SAVAŞ YAŞANIYOR
Bugün mücadele yok, linç ve şantaj var. Ya göze girmek ve menfaat temin etmek için klavyeye asılanlar var. Ya da siyasetçileri, işadamlarını, medya patronlarını “Dur şuna biraz saldıralım da bize iş versin, proje ayarlasın, ödenek ayırsın, program yaptırsın” mantığı üzerinden lince tabi tutanlar… Bakıyorsunuz, işe de yarıyor. İşe yaraması ayrı bir keder sebebi.
Kötülerin kazanmasına ayarlı bir çark kurulmuş ve çalışıyor.
Bu çark hep vardı belki ama bu kadar çok dişlisi yoktu, çapı bu kadar büyük değildi ve çarkın dışında kalan bu denli avanak muamelesi görmüyordu. Bu kadar alkış da almıyordu. Siyaset bitti, anlamlı siyasi tartışma hatta öğretici polemik bile bitti ve halk artık politize olmuyor, bu çarka eklemlenmeye onun etrafında yer yurt yuva tutmaya çalışıyor.
Her daim masum kabul ettiğimiz halk yekûnunun da kirlenişine şahit oluyoruz.
Halkın trollenişinden şikayet ediyorduk, ama artık kitlelerin trolleşmesi diye bir şey var. Sözünü ettiğimiz çağrıların, tehdit savurmaların yüzbinlerce kişi tarafından desteklenmesi, sözünü ettiğimiz yayın için özür dileyen kanalın yuhalanması başka ne ile açıklanabilir?
MUHALİFLER DE ŞİKAYET ETTİKLERİ KADAR NOBRAN
Şikayet ettiği mağduriyetin aynısını düşman bellediği kişiler için istemekten hiç çekinmeyen sözde ‘muhalifler’ sözde ‘demokratlar’ görüyoruz sonra. Sevdikleri yazar tutuklanmasın ama sevmedikleri yazar tutuklansın diye hashtag kasanları. Sırf muhalif olduğu için kendisini demokrat sanıyor. Ama “Durun, kimse fikirlerinden dolayı tutuklanmasın” demeyi bile akledemiyor.
Konuşma, anlama ve bir arada yaşama arzusunu ‘zayıflık’ addeden ve edebimizi bize karşı kullanabileceği bir koza dönüştürmeye çalışan aculleri görüyoruz. Sık sık. Her tivitimizin altına yazıyorlar.
Onların da var listeleri. Ve listeleri eksilmesin diye mimledikleri kişilere doğruyu söylemeyi yasaklıyorlar.
Kafa konforları bozulmasın diye yandaş olarak kodladıkları kişiler bağımsız bir duruş gösterdiğinde onları cezalandırmaları gerektiğine inanıyorlar.
İktidardan almayı planladıkları intikamın ateşi sönmesin diye toplumsal bir konsensusun peşinde olanlara da saldırıyorlar.
Hiç kendilerini kandırmasınlar, bu soğuk-iç savaş zeminine giden yolun taşlarını döşeme konusunda onlar da maharetliler.
***
Bir değişimin, akıllanışın, temizlenişin yakın vadede olacağı beklentisine sahip değilim, karamsarım. Ama umutsuz değilim, umutsuzluk bir itikat sorunudur, yasaktır.
Sadece NŞA’da normal, karıncayı incitmeyecek, hoş sohbet biri olabilecek olanların nasıl bu noktaya geldiği üzerine sesli düşünmek istedim.