Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Karar Gazetesi yazarı Elif Çakır’ın başörtüsü takmayı bırakması sosyal medyada epey yankı buldu.

        Kendisiyle ilgili bazı sosyal medya paylaşımlarını oldukça kıyıcı buldum, sosyal medyada tepki de gösterdim.

        Ancak oraya gelmeden önce şunu kaydetmemde fayda var: İnançlı bir insanın yıllarca örtülü kaldıktan sonra açılmasını tebrik edilesi bir durum olarak görmüyorum. Bu tür ricatlarda cesaret vehmedenlerden de değilim. İslam’ın kadının başörtüsüne indirgendiği, başörtüsünün de birkaç gaddar kadın ile özdeşleştiği bugünlerde dindar, adil ve vicdanlı bir kadın için asıl cesaret gerektiren başörtülü kalabilmektir, tersini yapmak değil.

        Ancak böyle düşünmekle beraber insanların zaman içindeki değişimlerini, nedenini sormadan, anlama çabası göstermeden karakter suikastıyla karşılamanın insani olmadığını düşünüyorum.

        Zira din, bedenimiz, dünya görüşümüz, üretim tüketim ilişkilerimiz, sosyal temaslarımız üzerinde tasarruf hakkına sahip olmakla beraber kişinin ‘gönüllülük’ bağıyla yürüdüğü bir yol.

        Gönüllük konusunda gerek politik iklimden gerekse başka nedenlerden sıkıntıya girmiş, bakış açısını değiştirmiş insanların gündelik hayatta hiç de konforlu olmayan bir ibadeti sürdürmek için gereken motivasyonu kaybetmeleri mümkün.

        Beni en çok dehşete düşüren "AKP’nin gidici olduğunu anladı, başını açtı” yorumlarıydı. Pes doğrusu.

        Bu bir itiraf mı? AKP sonrası başörtülüleri kılıçtan geçirmeyi mi düşünüyorsunuz ki, başını açanların ‘şimdiden’ tedbir aldığını vehmediyorsunuz?

        Elif’in kararı on yıllardır başörtülü olan tanınmış bir kadının böyle bir yola girmesi bakımından benzersiz olabilir. Ama meselenin bir partiyi uğurlamak ve bir diğerini selamlamakla ilgili bir çirkinlikle uzak yakın ilgisi olmadığını biliyorum. Kalemi var, kendi köşesi var, isterse yazar anlatır nedenlerini. İstemezse paylaşmaz.

        İşin özü mesele Elif Çakır değil.

        Kadın erkek, muhafazakar kesimde yaygın bir sekülerleşme eğilimi var. Buna zaman zaman din yorgunluğu da ekleniyor. Egemenlerin her meseleyi dini alana taşıma ve dinin sahip olduğu kutsallığı ele alınan mesele için de talep etme buyurganlığından kaynaklanan bir yorgunluk.

        Nasıl oldu?

        Önce erkekler yaşam tarzlarını kökten değiştirmeye başladılar ve lafı gevelemeyelim, yozlaşarak sekülerleştiler. Barlara gidip "Ama ben içmiyorum ki" diyerek, sonra az az içmeye başlayarak, yazları yatlarda teknelerde lüks otellerde geçirerek, derken karşı cinsle zembereğinden boşalmış gibi girişilen ilişkiler...

        Kadınlar ise başörtülerini çıkararak bu trende dahil oluyor.

        Kimi eski çevresinden tamamen kopuyor, kimi bulunduğu yerden ayrılmadan değişimini yaşıyor.

        Erkeklerin dönüşümü o kadar tartışılmazken kadınlarınki ‘görünür’ ve dolayısıyla iz sürmeye, akabinde tartışmaya daha açık görülüyor.

        GRUP KİMLİĞİ ÇÖZÜLÜNCE…

        Başörtüsü bazılarının iddia ettiği gibi siyasal İslam göstergesi değildir.

        Kur’an'daki emirlerden biridir, haram helal bilen Anadolu insanının haramdan uzak durma niyetine dair bir duadır, ibadettir. Müslüman bir toplumdaki yaşayış ve pratiğin tecessümüdür.

        Ama insanların örtünme ve açılma deneyimlerinde yaşanan tartışmalardan da görüleceği gibi meselenin kamusal bir boyutu da var. Kimse "Son kertede bana ne" diyemiyor. Çünkü başörtüsü, bu ülkede hiçbir zaman bireysel bir tercih gibi algılanmadı.

        Siyasal İslam’ın alameti farikası sayıldı. “Başörtüsüne izin vermemiz İslamcı ve rejim karşıtı görüşlerin yaygınlaşmasını ve meşrulaşmasını sağlayacak" diye düşündükleri için yasakladılar. Yasaklaya yasaklaya siyasal bir marka haline getirdiler.

        Başörtüsü mağduriyet ve serbestiyet talepleri arasındaki bağa dönüştü.

        Yıllar yılı süren yasaklar ve yasakların aşılması için verilen mücadeleler nedeniyle başörtülüler bir ‘grup kimliğinin’ taşıyıcı unsuru olarak görüldüler.

        Erdoğan’ın başörtüsü krizini çözen siyasi lider olması, Erdoğan, AK Parti, başörtüsü ve İslam arasında keskin bir özdeşlik kurulmasına yol açtı.

        Bu özdeşlik hiç kuşkusuz son derece sığ ve muhayyel bir kurguya dayanıyor.

        Zira Türkiye’de 90’lara oranla acayip bir sekülerleşme var. Ama bir yandan da, “Başını örten dinini seviyordur, dinini seven de Erdoğan’ı tutar” şeklinde yazılı olmayan zımni bir kabul ve dayatma var.

        Bu önkabulün muhalefette de karşılık bulması ve “Başörtülüyse kesin AKP'lidir, AKP'liyse de kesin hukuksuzdur, ihale zenginidir, şudur budur” şeklindeki toptancı ve acımasız bakışaçısıyla harmanlanması, özellikle büyük kentlerde yaşayan olanı biteni sorgulayan genç başörtülü kadınları kendi yerini gözden geçirmeye, mahallesiyle arasına mesafe koymaya itiyor.

        Söz konusu kadınlar bu özdeşleştirmeden rahatsız, siyasi görüşleri AKP’den epey uzaklaşmış durumda ve dünyevilikle kurdukları bağ uhrevi olanla kurdukları bağdan daha kuvvetliyse, başörtülerini bırakmayı tercih ediyorlar.

        Vaka sayısı da giderek artıyor.

        Nedenler muhtelif:

        1) Mevcut sosyal- politik iklimden kaynaklanan kendi durduğu yeri-mahallesinin dini ve siyasi tercihlerini açıklayamaz hale gelen kadınlar başlarını açarlarsa iktidar profiline mesafe almış olacaklarını ve aynı kapta değerlendirilme baskısından kurtulacaklarını düşünüyorlar.

        2) İktidarın adeta İslam'la özdeşleştirilmesi İslam'a en büyük kötülük oldu. Böylece yapılan hatalardan sergilenen hukuksuz, çifte standartlara dayalı, otoriter görüngüden İslam’ın da sorumlu tutulmasının yolu açıldı. Bu sorumlu tutma hali, insanların kendi inançlarına gücenmesine yol açıyor ve ilk feda edilen ibadetler ya da başörtüsü gibi gerçekleştirilmesi külfetli olan ibadetler, kimlik göstergeleri oluyor.

        3) 28 şubat ilahiyatçılarının ve çok bilmişlerinin "İslam’da başörtüsü zaten yok" açıklamalarının ektiği tohumların etkisi var.

        4) AKP dönemi din adamlarının bağımsız kalmak yerine ‘saray yancısı’ tutumlarını, hataları meşrulaştırıcı pozisyonlar almalarının yaydığı olumsuz mesajları hesaba katmak gerekiyor.

        Bunların dışında kalan dürüst din adamlarının ise kendilerini güncelleyememeleri, arkaik bir üslupta takılı kalmaları önemli bir etken. 'İslam’ın kızları’ diye seslenmeyi hiç ihmal etmez iken İslam’ın oğullarını hep pas geçmeleri listelenmeye en layık unsurlardan.

        5) Dinin ana akım anlatımında fıkhi hükümlere saplanıp kalınması, Müslüman bireyin eşyaya bakışının bilimsel gelişmelerle sürekli sınanması ama soruların-sorunların cevapsız-yorumsuz kalması…

        6) Acılara, geçmiş mücadelelere tutunan bir inanç motivasyonun, zorluklar ortadan kaldırılınca, misal Kemalist baskılar kaldırılınca, kendiliğinden sönümlenmesi…

        7) Hasmı dışarda arayan ve başkalarını değiştirmekle, meydan okumakla ilgilenen ‘zafer’ odaklı din anlayışının kirliliğin insanın içinde olduğu gerçeğini, içerden dışarı doğru temizlenmenin daha elzem olduğunu söyleyen tasavvuf yaklaşımını kovması…

        8) Seküler dünyanın kapsamlı ‘mutluluk’ vaadine karşılık, dini anlatıların vaadedilen ‘anlam’ı ve ‘hikmet’i güncelleyip derinleştirememeleri. Hatta bunu dert eden, buna kafa yoran insanın azalması.

        9) Dünya hayatını, ‘dolu dolu yaşamayı’ merkezileştiren seküler hayat stratejilerinin, dini bakıştaki ‘hayatta olmak için canlı olmak gerekmediği’ inancını teslim alması. Bugün Müslümanların çoğu, ‘ahiret’ kelimesini sadece imanın altı şartını sayarken hatırlıyor, inandıklarını söyleseler de, ahiret kavramı üzerinde yoğunlaşmıyorlar.

        Devlet eliyle idame ettirilen dinselleştirmeye karşın şöyle bir durumla karşı karşıyayız: Din adına ortaya konulan basitlik, kendisine dindarım diyen otorite sahiplerinin hak hukuk bilmezliği ve insan sevgisizliği dindar bir yaşam sürmeye yönelik insani ilginin sönmesine neden oluyor.

        Kimse, "Dindarların hataları yüzünden dinden soğuma gibi bir durum olsaydı zenginlerin kötülükleri yüzünden de zenginlikten soğuyan olurdu ama hiç öyle bir şey görmüyoruz" gibi lafazanlıklara girişmesin. Zenginliklerin kötülükleri de çok büyük kırılmalara, ideolojilere hatta devrimlere neden oldu tarihte. Bakınız: Marksizm. Sosyalizm. Komünizm. O yüzden lütfen bu pis geyikleri bırakalım.

        Şunu muhasebe etmekle başlayalım: Dindarlığın geleceğini tehlikeye atan yegane unsurlar CHP’nin iktidarı ele geçirmesi, Amerika’nın emperyalizmi, yaman İngiliz’in tasallutları, kahpe Bizans’ın oyunları mıdır gerçekten? Yoksa dindarlığın geleceğini tehlikeye atan bizzat dindarlar mı oldu?

        Diğer Yazılar