Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İki tür yobazlık var bu ülkede.

        Biri, dinin en katı yorumunu benimseyen, ayet, hadis ve fıkıh hükümlerini ancak kendisi gibi anlayan ve yaşayanların cennete gideceğini, kendi tuttukları yola, cemaate, politik ya da dini figüre karşı olanların ise cehennemlik olduğunu düşünen ‘bazı’ dindarların yobazlığı.

        İkincisi, ancak kendisi gibi düşünenlerin gerçek laik, gerçek çağdaş, gerçek aydınlanmış, gerçek milliyetçi yahut gerçek sosyalist ve giderek gerçek vatandaş hatta gerçek ‘insan’ olduğunu geri kalan herkesin yok olması gerektiğini düşünen ‘bazı’ sekülerlerin yobazlığı.

        İlginçtir, ama ilki kültürle, kitapla, entelektüel açıdan donanım kazanarak mahallesinin bariyerlerini kırıp kendisini eğitebiliyor, değişebiliyor. Konu bir politik figür ise hatta bu kadar çabaya gerek bile kalmıyor. Aç kalması yeterli.

        İkincisi ise eğitilemiyor ve maalesef değişmiyor.

        İlk yobazlık türü başka kitlelere karşı emredici değil, kendisi gibi düşünen inanan kesimleri bağlayıcı ahkamlar kesiyor ama kendi mahallesinden olmayan kesimlerin eğitimlileri karşısında bir adım geri çekilebiliyor, diretmiyor.

        İkincisi ise kendi bildiğinin inandığının herkesi bağladığı görüşünde. Dünya görüşünü yaymaya çalışmıyor adeta emrediyor.

        REKLAM

        Sittin sene geçmiş mesela, hala sosyoloji diye bir gerçek olduğunu anlamıyor.

        Seçimler yaklaştı, her seçim bir tartıya çıkma halidir, terazide ağır çekmek için de olsa bazı hasletlerimizi geliştirmemiz için fırsattır demiyorlar.

        Kendi normlarını, olurlar ve olmazlar listelerini herkese emreden, emre riayet etmeyenleri de kıyasıya itibarsızlaştıran seküler yobazlar, bu tutumları ile muhalefetin makul rasyonel sessiz çoğunluğunun kaderi üzerinde belirleyici oluyorlar, onların geleceklerini ipotek altına alıyorlar.

        Öyledir zaten. Sesi gür çıkan, masaya yumruk vuran bir %10, geride kalan %90’ın kaderini belirler.

        Misal Kürtler. %90’ı huzur ister, barış ister, ne dağda ne askerlikte; çocuğu kardeşi hayatını kaybetmesin ister. İnsan gibi saygı görmek ister. Ama eline silah almış bir %10 yüzünden sıradan masum insanlar dahi sırf Kürt kimlikleri nedeniyle bölücü bozguncu gibi ötekileştirici ithamlara maruz kalmıştır. Kendi taraflarından birileri, kaderlerinin mühürlenmesine yol açmıştır.

        Benzerini şimdi, sol ve Kemalist sekterler kendi mahallelerine/muhalif tabana yapıyor. Namluya sürdükleri tweetlerle, itibarına ateş ettikleri insanlarla, AK Parti’nin bir seçim daha kazanmasını garantilemiş oluyorlar. “Velev ki kazanıyoruz, iyi ama bir de bunu yönetmesi var, o nasıl olacak?” kısmına hiç kafa yormuyorlar.

        CHP HALKIN ERİŞİMİNE KAPALI BİR KALE MİDİR?

        Dini açıdan kendince ortaya bir varlık koymuş, ‘sevilen’ -ki burada anahtar sözcük bu- bir adamın cenazesine katıldığı için CHP’li İlhan Kesici’ye hakaret etmek için yarışanların ‘samimi’ nefretini de maalesef yobazlıktan başka bir şeyle açıklayamıyorum.

        REKLAM

        İlhan Kesici CHP’den istifa etmeliymiş.

        CHP İlhan Kesici’yi atmalıymış.

        İlhan Kesici madem Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenazesinde üzülüyormuş, o zaman 10 Kasım’da üzülmeye hakkı yokmuş. 10 Kasım’la ilgili bir mesaj yayınlarsa haddi bildirilmeliymiş.

        En öne çıkanı ise şu soru: “İlhan Kesici’nin CHP’de ne işi var?”

        Bu çok manidar bir soru.

        İlhan Kesici’nin CHP’de olmayı ‘hak etmiyor’ durumuna düşmek için işlediği büyük suç, halkta karşılığı olan bir din adamının cenazesine gitmek ise eğer, “İlhan Kesici’nin CHP’de ne işi var?” diyenler aslında CHP’yi halkın bir bölümüne karşı kapatıp, surları aşılamaz bir kale haline getirmek istediklerini itiraf ediyorlardır.

        “Efendim o halk da böyle hocalara şeyhlere prim vermesin, sevmesin”.

        Öyle olmuyor bu işler. Her şeyi kontrol edemiyorsunuz. Kimin neyi neden sevdiği anketle istatistik ile anlaşılamıyor.

        Ben de bu tür yapıların liderlerine duyulan kutsayıcı ilgiden hoşlanan biri değilim. Kaldı ki Mahmut Ustaosmanoğlu ve cemaati hakkındaki görüşlerimi daha önce de belirtmiştim.

        İsmailağa cemaati hayatımın hiçbir döneminde ilgi duyduğum feyz aldığım bir grup olmadı, tam aksine eleştirdiğim bir yapı oldu. Ancak her normal insan gibi şunu düşünürüm: Sosyal alanda önemli yer kaplayan, kitlesi olan bir figürünün cenazesini, bu din adamının ‘kadın düşmanlığı’ içeren görüşlerini ileri sürerek tu kaka edersem, cenaze namazına katılanları lanetlersem acaba bu kez de ben ‘halk düşmanlığı’ yapmış olmaz mıyım?

        Neden böyle cemaatler vardır ve liderleri neden böyle sevilir meselesinin psikolojik ve teolojik boyutunu, kendi gözlemlerim üzerinden daha önce anlattığım için bu konuya tekrar girmiyorum.

        REKLAM

        Ama Sol ve Kemalist sekterlerin emredici sosyoloji cehaletlerinin ürettiği sonuç, mütalaa edilmesi gereken bir mesele olarak duruyor.

        YÖNETEBİLMEK DE SINAVA DAHİL

        İyi kötü seçim arifesindeyiz ve bu durum, verilen tepkilerin amacını da sonuçlarını ele almayı gerektiriyor.

        Sol ve Kemalist sekterlerin/yobazların kendi taraflarındaki isimleri, İlhan Kesici’yi bile bir çırpıda harcayacak kadar samimi bir İslamofobi sergilemeleri, kararsız kesim üzerine son derece olumsuz bir etki yaptı.

        Ama İlhan Kesici örneği gösterdi ki mesele sadece kararsızların kime oy vereceği değil.

        Nasıl bir seçim süreci geçireceğiz, seçim gecesi neler olabilir, iktidarı kazanan muhalefet olursa eğer, kendi seküler yobazları ile iktidar tarafındaki dindar yobazların ülkeyi germesini nasıl engeller gibi bir dizi soru var.

        Ne dediğimi hala anlatamamış isem, şöyle kısa bir manzara tarif edeyim…

        İlhan Kesici DPT’de müsteşarlık dahil pek çok görev yapmış dünyaya açık çok iyi yetişmiş dürüstlüğü ve bilgisi tartışmasız bir bürokrat ve mühendis.

        ANAP’ta milletvekilliği yaptı. Ama neredeyse yüz yıllardır CHP’de.

        2015’te AK Parti tarafından teklif edilen bakanlık görevini reddetmişti, ama bu bile gerçek bir CHP’li sayılmasını sağlamadı.

        REKLAM

        Dindarlığı ya da muhafazakarlığı bağlamında söylenebilecekler Süleyman Demirel gibi isimler öldüğünde Kuran okumak, Türk İslam kültürünün Anadolu’da tecelli etmiş her rengine hakim ve saygılı, klasik Türk sanat musikisi hakkında bilgi ve ilgi sahibi olmaktan ibaret, ama İsmailağa’da bir cenazeye katılmak dahi mevcut sosyolojik realiteler çerçevesinde CHP adına banko cumhurbaşkanı olarak düşünülmesi gereken Kesici'nin Ekşi Sözlük'te ‘İslamcı’ diye anılarak ‘karalanmasına’ yetti.

        ***

        Düşünün İlhan Kesici’nin ‘İslamcı’ diye nitelendirilip hem kendisini hem de partisini karalayanların yaşadığı bu ülkede bir de gerçek İslamcılar var. Dindar yaşam tarzına sıkı sıkıya riayet edenler var.

        Kılıçdaroğlu ‘Helalleşme’ çıkışı yaptığında bu kesim bile dikkat kesilmişti. “Kavganın, bu kadar çok kutuplaşmanın lüzumu yok tabii”, “…sonuçta bu ülke hepimizin”, “…bir şekilde yan yana yaşamanın yolunu bulmak lazım, doğru yaptı” gibi cümleler duyuyordum.

        Bu önemliydi.

        Neden mi?

        Nasıl ki Türkiye’nin bir zamanlar daha ‘yönetilebilir’ olması, AK Parti’nin kendisine oy vermeyenleri rahatsız etmemesine bağlıydı, seçim kazanmış bir muhalefetin ‘yönetebilmesi’ de; dindar, muhafazakar ya da İslamcı kesimlerin oy vermeseler de üstü kapalı rızası ya da ‘nötr’ hali de, olası bir iktidar değişiminde ülkenin yönetilebilir olmasını mümkün kılacak.

        Sosyoloji cahillerinin skeçlere konu ettiği, alaya aldığı ve giderek dozu artan bir pervasızlıkla şimdiden yok sayma eğilimine girdiği endişeli muhafazakarlar olgusu bu yüzden önemliydi.

        Sadece kazandırmak için değil, seçim sonrası ülkenin iyi kötü bir uzlaşı atmosferine bürünmesini ve yönetilebilir olmasını mümkün kılacağı için.

        İlhan Kesici’yi ‘bile’ hem de sadece bilinen bir din adamının cenazesine katıldığı için linç edenlerin ve linç edenleri koruyanların varlığı ise muhalefetin öncelikle ‘kazanmayı’ sonra ise ‘yönetmeyi’ cepte görmemesini gerektiriyor.

        Çünkü ‘helalleşme’ konsepti oturmadı, Kılıçdaroğlu adeta kendi taraftarları arasında sözde eğitimli entelektüel kesim tarafından protesto edildi. İyi niyetli ve neredeyse manifest olan bu çıkış ile pratik bir türlü denkleştirilemedi.

        Seküler yobazların tutumları nedeniyle muhalefet, ekonomik şartlardaki ufacık bir düzelmeye dahi yenilecek kadar kırılgan hale geliyor.

        Diğer Yazılar