Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD’nin başkanı Donald Trump değil de bir başkası olsaydı, aralarında medya ve iş dünyasının da bulunduğu müesses nizam Beyaz Saray’ın şimdiki kiracısını devirmek için ilk günden beri ant içmeseydi Türkiye’nin adı bu süreçte gündeme gelmeyecekti. Bugün ise ABD içindeki bir iç çatışmada yan hasar olarak etkileniyor Türkiye.

        ABD’de bir iç güç Trump’ı devirmek için elinden geleni yapmaya kararlı. Bu süreçte de herhangi bir olay başkanın aleyhine kullanılabilecek bir delile dönüşüyor. İşte Türk hükümetinin Trump yönetimiyle kapalı kapılar ardında yaptığı FETÖ pazarlığı da bu yüzden şimdi sorun oldu. Trump bizzat tehdit altında olmasa bu pazarlık da kimsenin dikkatini çekmez, bu kadar büyütülmezdi. Sonuçta devletler her zaman kendi aralarında bu tip pazarlıklar yapar, bu pazarlıkların gizli kalmasının da bir nedeni vardır. Rahip Brunson için ABD’nin attığı adımlar FETÖ liderini geri almak için Türkiye’nin çabalarından çok mu farklıydı sanki?

        İpin ucunun Türkiye’ye dayanmasının nedeni Donald Trump’ın başkan seçildikten sonra bir süre güvenlik danışmanlığını yapan Michael Flynn’in her işi olduğu gibi bu işi de yüzüne gözüne bulaştırması. Bir önceki başkan Barack Obama onu güvenilmez bulduğu için askeri istihbaratın başından almıştı zaten. Ama hiç kimse Trump’ı ciddiye almazken ilk günden beri ona destek çıkan efsanevi bir asker olarak yıldızı yeniden parladı. Sadakati ödüllendiren Trump da herkes alay ederken kendisine destek veren Flynn’i unutmadı.

        Üstelik Flynn’e bulaşmama konusunda Obama uyarmıştı, şimdi haklı çıktı.

        Trump ve Michael Flynn
        Trump ve Michael Flynn

        Ancak aynı Flynn Türkiye için kullanışlı bir figürdü. Bütün devletler lobicilik için yönetimlere yakın böyle tipleri bulurlar, onlar üzerinden yönetimde nüfuz oluştururlar. Türkiye’nin de gayrı resmi yollardan yaptığı buydu. Flynn üzerinden özellikle Obama döneminde FETÖ liderine karşı toleranslı havayı tersine döndürmek, FETÖ liderinin Türkiye’nin savunduğu gibi bir terörist olduğuna ikna etmekti amaç. Kısa sürede başarıya da ulaşıldı; Gülen’e yönelik algı bir ölçüde olumsuza doğru dönüştü. En azından Washington’daki siyasi çevrelerde kuşku oluştu ama Flynn’in görevden alınmasıyla da “operasyon” yarım kaldı. Bir-iki sene koltuğunu korusa şimdi Gülen çoktan iade edilmiş olabilirdi.

        Bir diğer mesele de para trafiği.

        Amerikan siyasetinde oyunun kuralı parayı bastırıp istediğini almak. Silah ve tütün lobisi senatörleri böyle besliyor yıllardır mesela. Önemli olan Türkiye’nin çıkarları söz konusu olduğu için de oyunu kuralına göre oynamak bir zorunluluktu. Burada şahsın Flynn olması önemli değil; Trump’a yakın elverişli bir aktör bulundu, onun üzerinden de kitabına uygun lobicilik yapıldı.

        Bu bir suç mu?

        Bu soruya hukuk çerçevesinden bakmak yanıltıcı olur, çünkü konu siyasi. Hem gelişimi hem de sonuçlanması bakımından. Kararı da aslında bağımsız yargı değil, siyaset verecek. Gülen’in de Türkiye’ye karşı bir koz olarak tutulması bu sürecin sonunda belli olacak.

        Trump’ın şahsi avukatı Michael Cohen’in ceza almasından sonra bugün Michael Flynn’in de cezası açıklanacak. Nixon dönemini hatırlayanlar bu gibi mahkumiyetlerin adım adım Trump’a uzanacağını umut ediyor. Öte yandan, Beyaz Saray’ın pozisyonu ise piyonları feda ederek kralı korumak. Nitekim Trump kurmayları televizyona çıkıp şimdiden başkanın yakınları mahkum olsa da suçu olmadığına dair kamuoyu yaratmaya çalışıyor.

        Türkiye bu iç savaşın arasında kaldı.

        ***

        Muhalif değil terörist

        Bir süredir dikkatimi çekiyor, Amerikan basını Fethullah Gülen’den “herhangi biri” gibi bahsediyor, ona olumlu payeler biçiyor. Mesela geçenlerde NBC’de “dissident” yani rejim muhalifi olarak adı geçti.

        Bu terminoloji ilginç, zira “dissident” neredeyse istisnasız olarak baskı rejimlerine kafa tutan ve demokrasi yanlısı cesur insanlar için kullanılır. Çin’de, İran’da, Rusya’daki muhalif figürlerine ayrılan bir tabirdir bu, ilkokul mezunu bir şarlatan nereden “dissident” oldu merak ettim. Daha evvel “dissident” payesi verilen isimlerin hiçbiri komplo kurup devleti ele geçirmeyi düşünmedi, insanların hayatlarına mal olmadı, kumpaslarla masum insanları tutuklayıp ölüme terk etmedi. Kırık imam nasıl kendisini “dissident” olarak pazarladı?

        Bir diğer terminoloji tercihi de dün ABD basınındaki bir haberin spotunda karşıma çıktı. Erdoğan’ın “rakibi” olarak bahsediyorlar Gülen’den. Nereden rakibi oluyor? Erdoğan resmi bir lider, meşru bir siyasi partinin başı. Gülen’in meşruiyeti var mı? Osama bin Laden’e Barack Obama’nın rakibi demekten farksız FETÖ liderine bu payeleri vermek.

        Batı FETÖ deyince anlamıyor ne yazık ki. Basın da taraflı yayın yapıyor.

        Türkiye uluslararası alanda tek bir terminolojiye sığınmalı artık FETÖ söz konusu olduğunda: “Public enemy number 1.” Yani “bir numaralı halk düşmanı.” Çünkü FETÖ liderinin hak ettiği tek unvan bu.

        Diğer Yazılar