Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir gazetecinin yazdığı küçücük bir yazıda bile verdiği her bilgi arka arkaya yanlış olabilir mi? Türk basınında standartlar Kelebek’te Cengiz Semercioğlu’na kadar düştüyse bu durum da şaşırtıcı olmaz.

        Önceki gün tam adı “American Crime Story: The Assasination of Gianni Versace” adlı mini diziyi yeni izlemeye başladığını yazıyor. Daha dizinin adını bile doğru yazamıyor ama başında tanımlayıcı “an” yok. Hadi bu ufak bir gramer hatası…

        Peki “Dizide asıl döktüren Andrew Cunanan rolündeki Edgar Ramirez” cümlesine ne demeli? Ramirez dizide Versace rolünde… Cunanan’ı ise Darren Criss canlandırıyor.

        Bugünkü yazısında ancak bunu düzeltmiş. Asıl cehaletinin, görmezden gelinmeyecek ayıbının hâlâ farkında bile değil.

        AIDS-HIV FARKINI BİLMEYEN GAZETECİ

        Gianni Versace’nin AIDS hastası olduğunun iddia edildiğini yazıyor. Bu da doğru değil, zira dizinin ikinci bölümünde Versace hastaneye kontrole giderken gösteriyor ve doktorla tedavi seçeneklerini konuşuyor. Hastalığın adı konmuyor, çünkü dizinin yaratıcısı Ryan Murphy özellikle HIV ya da AIDS iması olmadan Versace gibi dev bir adamın hastalıkla boğuşarak zayıf düştüğünü göstermek istiyor. Tabii ki dedikodulardan ve dizinin dayandığı Maureen Orth’un kitabından Versace’nin HIV pozitif olduğu bilindiğinden dizideki hastane sahnesi de bu şekilde yorumlanıyor. Aile bu iddiayı reddediyor, hatta kimi kaynaklar öldürülmeden kısa süre önce test olan Versace’nin HIV negatif çıktığını iddia ediyor ve Orth’la çelişiyorlar.

        Hayır, Semercioğlu’nun iddia ettiği gibi Versace AIDS hastası değildi, kitapta böyle geçmiyor, 1994 ve 1995’te AIDS’i de yenmedi.

        Eşcinsellik konusuna çok meraklı olan ve sık sık bu konuda kalem oynatan Semercioğlu’nun asıl büyük hatası, cahilliği ve ayıbı ise dizideki bir ayrıntı diye geçiştirilemez. AIDS ve HIV farkını bilmeyecek kadar cahil. Bu aynı zamanda zehirli de bir cesaret. Böyleleri yüzünden bizimki gibi aydınlanmamış toplumlarda HIV pozitif olmak toplumda bir leke, bir stigma olarak algılanmaya devam ediyor.

        Oysa artık herkesin bilmesi gereken çok bariz bir fark var: AIDS ölümcül bir hastalık, HIV ise AIDS’e yol açan virüs. Bedende HIV taşımak özellikle de günümüzde bir ölüm fermanı anlamına gelmiyor. Kolaylıkla tedavi ediliyor, virüs kanda izine rastlanmayacak şekilde tedaviyle küçültülebiliyor artık. Magic Johnson adını duydunuz değil mi?

        HÜRRİYET BUNU KASTEN YAPIYOR

        AIDS ve HIV konusunda Hürriyet’in ilk ayıbı ya da yanlışı değil Semercioğlu’nun zararlı satırları. Daha evvel de yazmıştım, Türkiye’yi HIV konusunda bilinçlendirmeyi amaç edinen Pozitif Yaşam Derneği bu gazetenin tık uğruna haberlerde uyguladığı korku taktiğinin çetelesini tutuyor. “AIDS’li liseliden korkunç itiraflar” gibi başlıkları gazetenin sitesinde bulmak mümkün. Hatta bir editör “İlgi çeksin diye attım başlığı” diyecek kadar şuursuzlaşmıştı.

        Özellikle basında bu gibi cehalet satırları da HIV pozitif insanların toplumda haksız yere damga yemelerine, vebalı ya da zombie gibi algılanmalarına yol açıyor. Yazı ve yazar küçük, hasar büyük.

        REKLAM

        ***

        Miami’de kanlı bir aşk cinayetini tekrar okumak isterseniz

        Gianni Versace cinayetine bir ara öyle kafayı takmıştım ki ne bulsam okuyordum. Maureen Orth’un kitabını da okudum, başka kaynakları da. Versace’nin evini de dolaştım, katilin kaçtığı ara sokakları, saklandığı plajları da. Cinayet diziye çekildiğinde de Miami’den Habertürk’e iki ayrı Versace yazısı yazmıştım. Üzerinden zaman geçti ama hikaye eskimiyor, zamanında kaçıranlar da şimdi Netflix’te yakalayabilir.

        Benim yazılarımı da diziden önce ya da sonra okuyabilirsiniz. Dikkatli okur, yazılardan birinin başlığında Murathan Mungan’ın “Kırk Oda”sına göndermeyi yakalamıştır sanırım.

        REKLAM

        ***

        Afrika’da yağmurları kutsayanlar için bir albüm önerisi

        80’lerden günümüzde kalan marşlardan biri Toto’nun hiç gitmediği, hiç bilmediği, tamamen hayal gücüne dayanarak yazdığı “Africa” şarkısı. Sözleri coğrafi olarak bile tutmayan bu şarkının melodisi o kadar kolay, nakaratı öylesine akılda kalıcı ki ironik-ama-pek-değil bir şarkı olarak hepimizin zihninde yıllardır yer ediyor. (NPR’dan bir müzik eleştirmeni aynen bu şekilde tarif etmişti bu şarkıyı.)

        Serengeti, yağmurlar, 12.30’ta inecek uçaktaki kadın yolcudan bahseden “Africa”nın aslında ne anlattığını artık kimse merak etmiyor herhalde. Ama bu şarkı da asla unutulmuyor ve olmadık zamanlarda karşımıza çıkıyor. Netflix’teki “Master of None” dizisinde bile kullanıldı.

        Bir süre önce Twitter’da genç bir kız sadece öylesine “Weezer ne zaman Africa’yı söyleyecek” diye bir soru attı ortaya. Normal şartlarda böyle hikayeler atılan tweet’in milyonlarca insan tarafından paylaşılmasıyla devam eder. Ama hayır, pek kimse ilgilenmedi bu tweet’le, büyük bir fenomene de dönüşmedi.

        Ama Weezer duydu ve “Africa”nın cover’ını yaptı. Tıpkı şarkının kendisi gibi ironik-ama-pek-değil bir cover. Dalga mı geçiyorlar, ciddi mi söylüyorlar? Doğrusu ben tıpkı Toto’nun (tuvalet markası değil, Fuat Güner’in en sevdiği grup) söylediği orijinali gibi keyifle dinliyorum. Sanırım geçen sene en çok dinlediğim şarkı olmuştur.

        Bu “Africa” işi tutunca Weezer bu sefer tamamı bilindik-ama-fazla-bilindik şarkılardan oluşan ve yine ironik-ama-pek-değil bir albüm çıkardı. Albümün resmi bir adı bile olmaması, “Teal Album” diye geçmesi bile ironisinin özeti. Hani “Africa”yı bir kere seslendirmek iyiydi ama içinde “Billie Jean”den “No Scrubs”a “Take On Me”den “Sweet Dreams”e en bilinen şarkıların yorumu dolu bir albüm yapmak artık kendi kendinin parodisi olmak değil mi?

        Hip-hop dünyasında rock grubu olarak ayakta kalmak kolay değil, o yüzden Weezer’ı da hala kendilerinden bir şekilde söz ettirebildikleri için kutlamak gerekiyor belki de. İronik ama pek de ironik olmayan bir alkışla.

        Diğer Yazılar