Benim unutulma hakkım
Epey bir zaman önce İstanbul’da bir bankacı cinayeti işlendi. Ayrıntılar biraz bulanık kafamda, ama olayın sonunda banka müdürü kadının cesedi bacağı kesilmiş bir halde Sarayburnu’nda bulundu. Bu olayın bugüne kadar neden polisiye dizisi ya da filmi yapılmadı, onu da hep merak ederim.
Konuyla benim ilgim bu olaydan yıllar sonra, bambaşka bir ortamda tanışıp merak ettiğim kişiyi araştırmama dayanıyor. Bir gün “Sahi bu adam nerden çıktı” diye arama motorunun başına oturdum ve karşıma olayla ilgili bir gazete haberi çıktı ve okuduklarım karşısında ağzım açık kaldı. Bir bankanın şube müdürü ve veznedar iş birliği yapıp mevduat sahiplerinin hesaplarından paraları çekiyormuş, kurdukları düzen de epey bir devam etmiş. Fark edilince de banka müdürü ortadan kaybolmuş. Haber öyle bir dille yazılmış ki banka müdüründen de, veznedardan da nefret etmemek mümkün değil.
Biraz daha araştırınca bu sefer aynı gazetede, aynı muhabir tarafından yazılan bir başka haber karşıma çıktı. Banka müdürü öldürüldükten sonra işin aslı anlaşılmış; meğerse veznedar ve müdür bir çetenin tehdidi altındaymış, kadın da bu çete tarafından kaçırılıp öldürülmüş. Veznedarın hiç suçu olmadığı gibi, şube müdürü de çaresizliğinin kurbanı olmuş.
İkinci haberi okumasaydım şahsen tanıdığım biri hakkında ne düşünürdüm?
YALAN ŞAHSİ TARİHİMİZ
İyi ki bu haber sosyal medya ve İnternet haberciliğinden çok önce yapılmış. En azından insanlar böylesi yalanlara maruz kaldıklarında bugünün gazetelerinin ertesi gün çöp tenekesine gideceğini bilerek hayatlarına devam edebiliyordu. Oysa günümüzde İnternet’te sil tuşu yok, bu yüzden de herhangi birinin doğru ya da yanlış fark etmeksizin bir başkası hakkında aklına geleni kolayca yazabilmesi kişilerin resmi tarihine dönüşüyor. Kimin yazdığı, nerede yazıldığı da önemli değil. Bir başkasının fark etmesi, tekrarlaması, paylaşması yetiyor. Yalan katlanarak büyüyor, bir süre sonra da gerçekmiş gibi kabul ediliyor.
Benim de hakkımda böyle onlarca yalan-yanlış bilgi yıllardır İnternet ortamında dolaşıyor. Masum gibi gözüken basit bilgi yanlışlarından tutun da zamanında FETÖ’nün operasyon amaçlı yaptığı haberlere kadar… FETÖ medyası artık yok, ama zamanında bu yalanlardan beslenenler alıntı yaptığı için bir yerlerde izi yok. Zaman içinde umursamamayı öğrendim, ama ileride bu yalanların herhangi birimizin önüne iddianame olarak gelmeyeceğinin garantisi yok. Geçmiş geleceğin habercisi ne de olsa.
Yine de ben şanslı olanlardanım, çünkü kamuoyuna kendimi anlatacağım, gerekirse yanlışı düzelteceğim kuvvetli platformlarda sesimi duyurabiliyorum. Zamanında karalanan, hedefe konan birçok insanın böyle bir ayrıcalığı yok.
Benden çok daha fazla kuvveti olan birinden örnek vereyim: Eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu yıllardır kendisinin Maraş katliamı sırasında kentin emniyet müdürü olmadığını kimseye anlatamıyor. Yakından biliyorum, çünkü ben de zamanında “güvenilir kaynaklara” bakarak bu yanlış bilgiyi yazdım ve doğrusunu ancak Aksu şahsen arayınca öğrendim. Takdir edersiniz hakkında yalan yazılan birinin herkesi araması mümkün değil. Teker teker düzeltse de yalan bir yerlerde kalıcı kalıyor, bir süre sonra bir başkası tarafından yeniden -iyi veya kötü niyetli- dolaşıma sokuluyor.
Bu açıdan hepimizin “unutulma hakkı” olması gerekmiyor mu?
BİREYİN KORUNMASI GEREKİR
2006’da Avrupa Birliği’nin yürürlüğe koyduğu, kişinin İnternet ortamında hakkındaki bilgilerin kaldırılmasını sağlayan bu hak bizdeki sosyal medya düzenlemesi içinde de yer alıyor. Ayrıntılarını bir kenara bıraksak bile, sadece bir kavram olarak bile “unutulma hakkı” bireyin gücünün yetmediği bir dev karşısında korunmasına olanak tanıyor.
Ama Türkiye’de her türlü tartışma özünden koparılıp iktidar-muhalefet meselesine dönüştüğü için de “unutulma hakkı” bir sansür aracı olarak yorumlanıyor. Bu yasa olmadan da sosyal medyada veya geleneksel medyada içerik kaldırmak kolaylıkla mümkün oysa. Siyasetçiler, iş dünyası sık sık bu yönteme başvuruyor. Türkiye’de İnternet yayıncılığı ulaşılamayan içerikler, kırık link çöplüğüne döndü. “Unutulma hakkı”na gerek olmadan da gücü olan kendini unutturabiliyor zaten. Yeterli çalışmayla Google algoritmasını bile manipüle edip istenmeyen içerikleri arka sayfalara atabilmek mümkün.
Asıl çözüm demokrasilerde toplumların güç odaklarını hesap vermeye zorlamaları için sosyal medyaya çok fazla anlam yüklemekten vazgeçmelerinde yatıyor. Kuvvetli bir basın, işleyen bağımsız kurumlar, iktidarı denetim altında tutacak muhalefet partileri demokratik işleyiş için sosyal medyalardan çok daha hayati. Bedava içerikten vazgeçip bağımsız medyayı desteklemek, muhalefet partileri üzerinde baskı kurmak gibi pek çok seçenek var. Bütün bu seçenekler sosyal medya kullanmaktan daha etkili. Ama aynı zamanda da daha zahmetli.
Kuşkusuz, hafıza bir toplumun en önemli değerlerinden biri. Ama “Unutulma hakkı” geçmişin tamamen silineceği, alternatif bir tarih yazılacağı anlamına gelmemeli. Bu açıdan özellikle medya ve akademide arşivin, hafıza merkezlerinin özel bir önemi var. Ancak arşivcilik masraflı bir iş olduğu için Türk medyası çoktandır “morg”dan vazgeçti. Arşiv tutan ya da unutmayan kaç tane gazeteci kaldı, emin değilim. Benzer şekilde akademi de derinlemesine araştırma yapmak yerine sosyal medyaya, Google aramalarına sırtını yaslıyor. Kolay olduğu için. Ama hatırlamak da hatırlatmak gibi zor iştir, belki hepimizin biraz daha fazla çalışmamızın vakti gelmiştir. Unutturmamayı öğrenmemiz gerekiyor.