Bugün de anneleri tarafından sevilmeyen çocuklar günü
Geçen hafta rutin bir işlem için bir gün hastaneydim, gayet de iyi çıktım. Ama birkaç saat içinde yataktan kalkamayacak kadar bitkin düştüm. Bol uyumayla geçen günlerde dünyada elektronik müziğin öncülerinden olan İlhan Mimaroğlu hakkındaki “Robinson in Manhattan” belgeselini izlemek istedim, Amerika’daki Mubi’de yer almıyor. Türkiye’deki arkadaşlarımın aylar önce izlediği belgeseli uzun zamandır bekliyorum, ama herhalde telif haklarından dolayı yok. O arayış beni Rüstem Batum’a sürükledi.
Yaşı 40’ın üzerinde olanlar Batum’u Türkiye’nin ilk talk-show’cularından biri olarak hatırlar ve açıkçası pek de hoşlanmaz. Hele hele son yıllarda politik çıkışlarıyla gündeme geldiği için ne iktidar ne karşıtları tarafından sevilir—attığı tweet’ler yüzünden hakkında onlarca dava var ve bu yüzden yurtdışında yaşıyor. Ama o Mimaroğlu’nun hikayesinin kritik bir parçası. Sekiz yaşındayken annesi Mimaroğlu’yla evlenip New York’a taşınıyor. Belgeselde Batum da konuşuyor. Oysa kendi hayatı da belgesel olabilecek kadar çarpıcıymış; hasta yatağımda öğrendim.
ANTİPATİK ŞIMARIK EGOMANYAK
Rüstem Batum her biri yarım saatten 35 bölüm anılarını anlatıyor YouTube’da. Pek kimsenin haberi olduğunu zannetmiyorum, üç-beş bin kişi izlemiş. Ama belli ki ilgiyle izliyor, çünkü yorumlar yapıyorlar, sorular yolluyorlar. Bir kere başlayan da gözünü alamıyor. Benim de günlerim Rüstem Batum’un bu video’larıyla geçti.
Adına eklenecek çok sıfat var: antipatik, egomanyak, şımarık... 90’lardaki konuşma tarzı, korkunç kahkahası için başka sözcükler de bulunur. Bu sadece ekrandan görünen de değil: Mesleğimin ilk yıllarında bir partide ayak üstü tanıştığımda görünenden bile daha itici olduğunu düşünmüştüm. Ama ona zeki ve samimi demeden bütün tanımlamalar da eksik kalır.
Ben bugüne kadar hiçbir Türk ünlüsünden kendi örselenmiş çocukluğuna dair bu kadar samimi, insanın içini acıtan, yer yer özdeşleştiğimiz, kendi hayatımıza ve anlatan kişinin bugünkü karakterine ışık tutan bir geçmiş sorgulamasına girdiğini hatırlamıyorum. Hepimizin trajik aile hikayeleri var, ailelerin mutsuzluğu da kendine özgü. “They fuck you up, your mum and dad,” özetle Philip Larkin’in dediği gibi.
Aile içi şiddetle büyüyen, kumarbaz – ve daha sonra kumarhane sahibi – babası tarafından defalarca, bir keresinde de öldürülecekmiş gibi dövülen Rüstem Batum’un annesi o daha sekiz yaşındayken ABD’ye kaçıyor. Yargılamıyor, çünkü yıllarca uğradığı şiddetten kaçarak kendisini kurtardığını düşünüyor. Ama şunu ekliyor: “Annem de babam da çocuk sahibi olmamaları gereken insanlardı.” Türk ailelerinde pek örnek baba görmedim, o kısmı şaşırtıcı değil benim için. Ama özellikle bu kadar sevgisiz bir anne örneğine pek rastlamamışımdır.
“Annelerince sevilmemiş çocuklar yazıyla falan uğraşırlar,” diye yazmıştı Çetin Altan bir keresinde. Oğlu doğduğunda hastaneden eve dönmek için taksiye verecek parası yoktu, ama şoför “Bu kadar uğurlu bir günde paranın lafı mı olur,”demiş.
Gerisini şöyle anlatıyor:
“Annem aracılığıyla babamdan elli lira borç istemiştim o günlerde. Yanıt şöyle gelmişti: Hangi taş sertse gitsin başını ona vursun… Şoför çok daha anlayışlı çıkmıştı annemle babamdan.”
Batum yine de bütün anılarını annesinin New York’a kaçmasına, ileride yanına gittiğinde “Git başka yerde kal,” demesine bağlamıyor. Hatta sadece bir-iki kere bahsediyor annesinden. Ama anne-babası tarafından sakatlanmışlığı hayatının bütün aşamalarına damgasını vurmuş. Hem ayakta kalabilmesine, hem her türlü köprüyü çok rahat yakabilmesine. Televizyonun altın yıllarında yıldızı parlamış bir ismin bugün serveti olduğunu sanıyorsanız yanılırsınız. YouTube mecburen yurtdışında yaşamak zorunda kalan yalnız, mutsuz, huysuz ve kendi değerinin anlaşılmadığını düşünen bir adamın bir anlamda iç yakarışı gibi.
ONU ANLAMAMIŞIZ
Batum sahiden anlaşılmayan biri mi? Yaptığı programların içeriğine bugünden bakınca galiba sahiden de öyle. Bugün aklımıza dahi gelmeyecek konuklar çıkarmış ekrana. Şarkıcılar, oyuncular, evet, ama bir de sendika başkanları örneğin. Adeta sendika başkanları, akademisyenler, siyasi figürlerle konuşmak için ünlüleri araya malzeme etmiş. Zaten bunun bilinçli bir taktik olduğunu söylüyor.
Onu o yıllarda ekranda tanıyanlar tipik bir Özal çocuğu olduğunu sanır. Oysa ta liseden beri sosyalistmiş; üniversiteden atılacak kadar. Ekranda yarattığı karakterin arkasına sığınarak bayağı solculuk yapmaya çalıştığını şimdi ancak kağıt üzerinde konuk listelerini görünce fark ediyorum. Ne yapmak istediği üzerinden 30 sene geçince belki anlaşılan biri de bugün öfkeli olmasın da kim olsun?
Aslında YouTube video’ları Batum’la ilgili – varsa eğer – ezberlerinizi yerle bir etmiyor. Hala antipatik, egomanyak, şımarık. Ama hepsinin bir açıklaması olduğunu anlıyoruz. Onu anladıktan sonra da insanın hayatına zenginlik katabilecek biri olduğunu fark ediyorsunuz. Türkiye’ye, kültüre de hala katkıları olabilirmiş. Sanmam ki bundan sonra onu televizyonlarda görelim. Türkiye’de gelenek tıpkı çocuk yapmaya hazır olmayan aileler gibi insanları öğütmek, sakat bırakıp yok etmektir. Hala bir şeyler yapabilen, bir şeyler söyleyebilenlerimiz de herhalde daha şanslı olanlar. Yazıyla uğraşırız veya YouTube video’su çekeriz.
*
Not: Yıllarca terapi gören, hatta alternatif tıbbın denemediği şekli kalmayan Rüstem Batum aslında bir psikolog veya psikiyatrla karşılıklı konuşup kaydetmek istiyor video’larını. HBO’nun bir İsrail dizisinden uyarladığı “In Treatment” aklıma geldi. Her gün bir hasta kabul eden psikolog haftanın son günü de kendisi terapiye gidiyor. Zamanında pek anlaşılmayan bu efsane dizi bu sene yeniden çekilerek ekrana gelecek. Batum’dan harika bir “In Treatment” karakteri olur. Uyarlamak isteyen dijital platformlara önermesi benden.
Batum’un sayısı epey fazla YouTube video’larını izlemektense Nilay Örnek’in “Nasıl Olunur” podcast’inde onunla yaptığı söyleşiyi de dinleyebilirsiniz. Örnek de video’ları bir hafta sonu izlemeye başlamış, başından kalkmamış. Bir buçuk saatlik podcast anıların iyi bir özeti.