Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Ekrem İmamoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu arasında ne yaşanıyorsa bunun biraz abartı, biraz medyanın köpürtmesi, ucundan iktidarın kışkırtması veya en basitinden bir baba-oğul çatışması olduğunu düşünüyordum. Ancak birkaç gündür kafamı CHP’nin içine soktum ve ortalığın sandığımızdan bile daha karışık olduğunu gördüm. CHP lideri ve belediye başkanı arasındaki gerginliği artık sıradan kelimeler açıklanmaya yetmiyor. Partiye yakın kaynaklar ciddi bir öfkeden ve restleşmeden söz ediyorlar.

        Üstelik bu bağın kopması birkaç günün, birkaç haftanın sonucu da değil. İmamoğlu’nun başkanlığa başladığının ikinci gününden itibaren sürüyor; CHP’liler İmamoğlu’nun “parti içinde bir parti” kurduğunu, her adımını Genel Merkez’e danışmadan attığından şikayetçi.

        Hepimizin gördüğünü elbette Kılıçdaroğlu da görüyor, etrafındakiler de çok kolay etki altında kalan genel başkanlarını sakinleştirmektense daha da dolduruyorlar. İmamoğlu’nun ilk günden kendisini bir belediye başkanı değil de cumhurbaşkanı adayı olarak konumlandırması; kendisine yakın medya kurup bazı gazeteciler üzerinden bu algıyı pekiştirmesi ve partiyi hedefe koyması; Meral Akşener faktörü, havuz müteahhitleri denilen iş adamlarıyla görüşmesi, hatta fotoğraf vermesi; parti yöneticileriyle arasının bozulması; parti içinde kendi adamlarını tutması gerginliğin gerekçeleri. Bu bilgilerin hiçbiri yeni değil, bana şaşırtıcı gelen aylardır yazılıp çizilenlerin abartı değil gerçek oluşu.

        CHP’nin adayı kim?

        Bugün artık hiç kimsenin şüphesi yok: Kemal Kılıçdaroğlu kesinlikle Cumhurbaşkanı adayı olmak istiyor. Ve olacak. Sadece son dakikada kendisinin seçilemeyeceğini anlarsa adaylıktan vazgeçecek. Ancak bu durumda da adaylık İmamoğlu’na verilmeyecek. Veya CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu olmayacak diyeyim. Kılıçdaroğlu’nun aday olmaması durumunda parti içinden bir başka ismin bulunabileceği konuşuyor. Ama İmamoğlu dışında bir kişi… Genel Başkan’ın sık sık tekrarladığı cümle “Herkes olur ama Ekrem olmaz,” bugünlerde.

        Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi neden ısrarla İmamoğlu’nu istemiyor?

        Birçok bahane sayılabilir ama en ikna edici gerekçeleri yeni dönemin Türkiye’sini inşa ederken “İkinci bir Tayyip” çıkmasının önünü kesmek. Ekrem İmamoğlu seçilirse parlamenter sisteme dönülmeyeceğini, kendi kabinesini kuracağını, Saray’da yaşamaya devam edeceğini düşünüyorlar. Bir tek adam sisteminden bir başka tek adama geçilecek sadece; Kemal Kılıçdaoğlu ise 75 yaşında hiçbir siyasi iddiası olmadan iki seneliğine geçiş dönemi olarak bu koltuğa talip olacak.

        Genel Merkez’in kaygıları ne kadar gerçek?

        İmamoğlu—veya medyası—bugüne kadar aksi yönde bir görüş bildirmedi. Bu soru da İmamoğlu’na sorulmadı. Ama İstanbul Belediye Başkanı’nın çalışma biçiminin Erdoğan’la benzerlikler taşıdığı kesin. Saraçhane’de İmamoğlu aleyhinde yazan gazetecilerin çetelesi tutuluyor, İmamoğlu’na yakın medyaya bilgi ve belgeler sızdırılıyor. Zaman zaman Genel Merkez’i de hedef alan bu haberlerin altından Saraçhane’den “Gol attık,” imaları geliyor ve bu kibir Ankara’da büyük rahatsızlık yaratıyor. Hepimiz İmamoğlu’nun “sembolik Cumhurbaşkanı” olmayacağını biliyoruz. İş bitirici yapısı uygun değil zaten. Eline aldığı büyük gücü de kendi rızasıyla verecek biri hiç değil. Ne kadar geçerli ya da sadece Erdoğan’ı gitmesine odaklanmış seçmenin ne kadar umurunda bilmiyorum ama CHP alttan alta bu kaygıları biraz daha yayacak bugünlerde. Yaz oğlum Mini Donat

        İyi de Kılıçdaroğlu her seçimi kaybetti, İmamoğlu iki kere İstanbul’u kazandı.

        CHP bunun bir şehir efsanesi olduğunu düşünüyor. Daha doğrusu ikinci kısmının. İmamoğlu’nun İstanbul’u kıl payı kazandığını, Millet İttifakı’na yönelik bir rüzgar olmasa Mustafa Sarıgül ve Muharrem İnce kadar oyda kalacağını iddia ediyorlar. İmamoğlu’nun bütün başarıyı kendi hanesine yazdığını, özellikle ikinci seçimdeki 800 binlik farkın kendisine değil bir tepki oyu olarak verildiğini görmezden geldiğini söylüyorlar. Belki haklılar. Ne CHP ne de İmamoğlu bu seçim başarısında HDP’nin hakkını da teslim etti. Ama siyasetçiler her zaman başarıları kendisine mal eder ve algı gerçeğin önüne geçer. O iki seçimden sonra herkes İmamoğlu’nun “kazanacak aday” olduğunu düşünüyor.

        Ayrıca kimse Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanacağına inanmıyor.

        CHP Genel Başkanı dışında. Anketlerde büyük bir manipülasyon yapıldığını, Bekir Ağırdır gibi birkaç saygın isim dışında “kamuoyu araştırmacısı” olarak dolanların parayla satın alındığını ve yanlış algı yarattığını biliyoruz. Yeterli parayı verirseniz Erfelek Belediye Başkan Yardımcısı bile “kazanacak aday” olarak sunulur. TV’lerde uzman olarak dolaşan at kuyruklu anketçi kasten yanlış anket yayınladığını itiraf etmişti. Dahası seçime iki hafta kala yapılan anketler daha inandırıcıdır.

        Anket bir yana Kılıçdaroğlu şu anda her halükârda seçimi kazacağını düşünüyor; adaydan bağımsız olarak. İmamoğlu’nun yasağının bile muhalefete yaradığına inanıyor. Öyle büyük bir tepki oyu var ki onlara göre… Bir başka deyişle aday kim olursa olsun Erdoğan’ın kaybedeceğini düşünüyorlar.

        Ancak Kılıçdaroğlu gerçekten kendisinin kazanacağını düşünüyorsa CHP bunun iletişimini yapamıyor. Kamuoyuna neden Kılıçdaroğlu’nun nasıl ve neden kazanabileceğini ikna edici bir şekilde anlatılmıyor. Bugün Kılıçdaroğlu’nun aday olmaması gerektiğine dair sıradan insanların tepkisinden binlerce sayfalık ansiklopedi çıkar. Kılıçdaroğlu’nun neden aday olması gerektiğine dair tek bir ikna edici cümle henüz gelmedi. Ve seçime sadece altı ay var.

        Alevililik bu faktörlerden biri değil mi?

        Hiç kimse ama hiç kimse bu konuda konuşmak istemiyor ama odadaki fili daha ne kadar görmezden gelebiliriz? Aleviliği vurgulamak şehirlerde “politically correct” değil ama geçmiş seçimlerde özellikle kırsalda bu konu çok işlendi. 2010 referandumunda “Dedeler yargıyı ele geçirdi,” denmedi mi? CHP’lilerin bu konudaki argümanları fena değil: Zaten çok kullanıldı, o kadar çok kullanıldı ki etkisini kaybetti. Sadece bu değil, Kemal Kılıçdaroğlu hakkında söylenecek her şey zaten söylendi, diyorlar. “En önemlisi Kılıçdaroğlu’nun akçeli işlerinin olmaması,” diyor bir CHP yöneticisi.

        Burada bir ima var sanki.

        İmamoğlu iş dünyasının tercih ettiği bir isim. Kemal Kılıçdaroğlu durmadan “Kapatacağız, işten atacağız, satacağız, hapse atacağız,” türü örtülü tehditler savururken hiç o toplara girmiyor. Kılıçdaroğlu’nun kendi tabanına sempatik gelen bu çıkışları aslında birkaç müteahhittin cezalandırılmasından ibaret değil. 20 yılda kurulan sistem özünde milyonlarca insanı besleyen bir çark; bir müteahhide tehdit savrulduğunda oy verecek işçi de kendi geleceğinden endişe ediyor. İmamoğlu ise iş dünyasıyla, hatta Erdoğan ve Erdoğan’ın yakınlarıyla iyi geçinilmesi gerektiğini düşünüyor. Bunun nedeni akçeli ilişkileri değil, ekonomik çarkın nasıl işlediğini bilmesi ve tepedeki kıpırdanmaların en altlara da yansıması olduğunu fark etmesi. Kendinizden düşünün: Bir adam sürekli patronunuzu hapse atacağını söylüyor. Bu isin de işsiz kalmanız demek. Ona oy verir misiniz?

        Aradan Mansur Yavaş sıyrılabilir mi?

        Hapisteki “yakışıklı esmer adam” yine muhalefetteki en olgun kişi olduğunu gösterdi ve birbirine giren CHP’ye “Bırakın bu kavgayı, aday önemli değil,” dedi. Bu Kemal Kılıçdaroğlu’na HDP’nin yeşil ışık yakması demek. Zaten kritik parti HDP başından beri ya Kılıçdaroğlu ya İmamoğlu diyor. CHP yönetimi de seçileceğine bu yüzden inanıyor. Mansur Yavaş’a kamuoyunda ve anketlerde bir ilgi var, ama “Kürtler oy vermez,” algısı CHP’de de var. HDP destek verirse Kemal Kılıçdaroğlu çekilip Mansur Yavaş’ı aday gösterebilir.

        Ama HDP’liler oy vermez.

        HDP’liler Yavaş’tan sadece “Kürtler kardeşimizdir,” demesini beklemiyor. Kürt siyasetini, Kürtlerin taleplerini bir lider olarak kabul etmesini, HDP’yi meşru bir parti olarak tanımasını istiyor. HDP’nin meşru bir parti olarak tanınmasında sorun yok da “PKK eşittir HDP” algısını yıkmadan Altılı Masa’nın adaylarından talepte bulunmak ne kadar haklı? Önceki gün gazeteci Murat Yetkin ülkede onlarca sorun varken HDP’li milletvekillerinin Adalet Bakanlığı’na yürüme gerekçesine dikkat çekiyor: Abdullah Öcalan’ın cezaevi şartlarının iyileştirilmesi. Kendi partilerinin kapatılma ihtimali, il başkanına tokat atılması, Demirtaş’ın hapiste olması vs. değil de Öcalan’ın hapisteki şartlarının iyileştirilmesi…

        Sonra da Mansur Yavaş’tan bu siyasi oluşuma koşulsuz destek isteniyor? Nasıl pazarlık ama…

        Neyse, zaten Kemal Kılıçdaroğlu bizzat “Adayımızdır,” demediği sürece Yavaş bir çıkış yapmayacak. Ankara Belediyesi’ni siyasi hırs uğruna başka partiye bırakacak bir Murat Karayalçın olmayacak. Yine de “Herkes olur ama Ekrem olmaz,” cümlesini unutmamak gerek. Kapı kapalı değil.

        Bir de Meral Akşener var.

        Etrafının gazına mı geliyor, kendi düşüncesi mi emin değilim ama… Meral Akşener’e karşı de bilenmiş durumda Kılıçdaroğlu. CHP’liler İYİ Parti liderinin sadece kendi kariyerini düşündüğünü, ileride kendisine yer açmak için bu hamleleri yaptığını düşünüyor. “Kılıçdaroğlu sık sık yurtdışına Akşener’den kaçmak için gidiyor,” diyeni bile duydum. Akşener kariyerist bir hırs küpü mü, kendi içindeki kavgaları ve beceriksizlikleriyle onlarca yıl Türkiye’ye zarar vermiş bir partinin bu işin de altından kalkamayacağını anlayıp elini taşın altına koymak zorunda hisseden sorumluluk sahibi bir siyasetçi mi? Bunu da düşünmek gerek.

        Kılıdaroğlu ve İmamoğlu barışır mı?

        Eğer Kılıçdaroğlu etrafının gazına gelirse İmamoğlu’nu bir daha İstanbul’a aday göstermemeyi bile düşünebilir. Bu kadar öfkeli. Vazo kırıldı kırılacak. Ama Japonların “kintsugi” sanatını unutmamak gerek. Kırılan vazoların büyük bir titizlikle onarılması bazen aslından daha orijinal ve çarpıcı eserler de ortaya çıkartabilir. Ancak “kintsugi” büyük bir ustalık, sabır ve emek gerektirir. Ve tek başına icra edilen bir sanattır.

        Diğer Yazılar